İsrail’den gelen haberler imrendiriciydi: Günde 1.5 milyon insan aşılanacak ve en kısa zamanda sürü bağışıklığı sağlanmış olacak. Sadece ABD’den değil, AB’den, Çin’den ve Rusya’dan İsrail’e aşı yağıyordu. 9 milyon yurttaşın tamamı 10 günde birinci dozu vurulmuş olacaktı. Üç aşağı beş yukarı diyelim; abartma paylarını düşelim, yine de etkileyici bir sonuç alacaktı İsrail!
Ama durun! İsrail’in nüfusu 8 küsur milyon. Ama ya İsrail yokken Filistin topraklarında oturan ama İsrail’in vatandaş saymadığı 3 milyon Filistinli ile, işgal altındaki topraklarda oturan 5 milyon 700 bin kişi? Peki, Kudüs, Gazze ve Batı Şeria’da oturanlar, işgal ve abluka altındaki yabancılar ve İsrail’in onları işgal altında tutmaya hakkı olmadığı gibi, aşılamaya da zorunluğu yok diyelim. Peki ya uygulanan abluka, limanlarına yabancı gemi yanaştırmama, yanaşacak gemilere zorunlu arama-tarama uygulamasının hukuku var mı?
Sonuç olarak, İsrail’in şu andaki tutumu bir “Aşı ırk ayrımı” (vaccination apartheit) değil mi?
Gazze bugün bir açık hava hapishanesine dönmüş bulunuyor. Gazze ve Batı Şeria bölgeleri dışındaki işgal topraklarında, yarım milyon Musevi yerleşimci, o toprakların asıl sahibi olan Araplarla yan yana konutlarda oturuyorlar ve bu evlerden birinde oturanlar Kovid-19’a karşı aşılanırken, diğerinde yaşayanlar bırakın aşıyı, koronavirüsü kaparlarsa, hastaneye bile kaldırılmıyor. Bu evlerden birinde Museviler, diğerinde Müslümanlar oturuyor.
Bu “aşı ırkçılığı” İsrail’de hayatın başka alanlarında da gözlenebilir. Örneğin, hapishanelerdeki Museviler aşılanırken, aynı hapishanede “güvenlik tutuklusu” olarak bulunan kişiler aşılanmıyor. Çünkü bu tutukluların tamamı Müslüman Filistinli.
Başbakan Netanyahu’nun veya diğer aşırı ırkçı-dinci liderlerin takipçisi olmayan İsrail gazeteleri, aşı kampanyası başladığı günden beri İsrail’de oturan ama vatandaşlık hakkı tanınmayan Arapların aşılanmamasını en ağır ifadelerle suçluyorlar. Bunun “Siyonizmin en ağır görünümü” olduğunu yazan gazeteler var. Ama bir yıldan daha az süre içinde üçüncü genel seçimleri garanti eden partilerin, tek kaygısı birbirinden daha koyu “Arap ve Müslüman aleyhtarı” görünmek; medyaya bakan bile yok. Tabii bu ayrımcılık yarın sona erer, eğer Müslüman Filistinliler, Hamas’ı, Fetih’i reddeder, “İsrail’in varlığını tanıyan ve önerdiği barışı kabul eden” bir lider kadrosunu seçerlerse!
Hakkaniyet uğruna belirtmemiz gerekir ki işgal altında tuttuğu bölgelerin yerli halkına Kovid aşısı vermeyen, koronavirüsü kapanları hastaneye kaldırmayıp, sadece başkalarıyla temastan men eden tek ülke İsrail değil. Hiç beklemediğiniz yerde bu alçaklığı tekrar eden bir ülke daha var: ABD’nin kotardığı barış anlaşmasını imzalayarak İsrail ile ilişkilerini “normalleştiren” Fas.
Müslüman Fas’ın yönetimi, Batı Sahra’da işgal altında tuttuğu yarım milyon Müslüman’a, İsrail’in Filistinlilere yaptığını yapıyor ve bölgeye aşı gitmesine engel oluyor. Dünya diğer birçok ırkçılık gibi bunu da seyretmekle yetiniyor.