Bu, kendimden söz ettiğim ilk ve son yazı olacak. Elbette hayat tecrübelerimden, bana söylenen sözlerden, okuduklarımdan, öğrendiklerimden söz etmeye çalışacağım. Gazete makalesi başka nedir ki? Ancak doğrudan kendinden söz eden yazarlar, “Ben ben...” diye gümleyen içi boş davul izlenimi verir bana daima.
Uzun yıllar Hürriyet, Tercüman ve Güneş deneyimlerimden sonra, daha da uzun yıllar ABD’de yayın ve Internet geliştirme alanlarında çalıştım.
1968 kuşağı diye anılan ve ne aradığını bilmeyen gençlerin arasında belki de yok olup gidebilirdim. Ama bir yıl sonra, Yaşar Kemal’in yardımı ile kendimi Hürriyet’in Ankara Bürosu’nda büro şefi Oktay Ekşi’nin karşısında buldum. “Delikanlı” demişti bana, “Sen artık gazeteci olacaksın. Şu kapıdan girerken ideolojini, şapka gibi kapının yanında bırakacaksın.”
O tarihten sonra benim için hep öyle oldu. Nezih Demirkent’ten kokar-bulaşır ama nezih gazete yapmayı öğrenip uygularken de, zamanının en ideolojik gazetesi olan Tercüman’ın yayınını yönetirken de, kendi ideolojimi,
kendi fikrimi-zikrimi hep gazetenin kapısında bıraktım.
Bu geçen zaman içinde gazete ve haber ajansı için haber yazmaktan, radyo haberciliğine, televizyon yayıncılığına, bilgisayar programcılığına, Internet tasarımına bir çok sanatı da edindim. Internet devrimine devrimin içinden
tanık oldum.
Kadere inanırım; kader insana hem haber hem de kod yazdırabilir. Kader beni merhum Turgut Özal’ın özel radyo-televizyona izin vermesine katkıda bulunma noktasına da getirdi. Sanırım
o noktada ülkeye ve mesleğime çok olumlu hizmette bulundum.
Bir süre önce 30 yıla yakın kaldığımız ABD’den eşimle ülkemize döndük. Niyetim, bir yandan İstanbul Boğazı’nda balık tutmak, bir yandan da bildiklerimi genç gazetecilik öğrencilerine aktarmaktı.
Ama kaderin planı başka imiş.
15 Temmuz gecesi, korkudan öfkeye, acıdan sevince, nefretten redde, aldatılmışlıktan iğfale, başkasının belki bir ömürde duyabileceği hislerin hepsine, herkes gibi ben de 12 saat içinde girdim-çıktım. Ama geriye sonsuz bir şükrün sarmaladığı fakat alev alev yanan kızgınlık kaldı.
Hepimiz şehitler verdik; yakınlarımız yaralandı, gazi oldular. Bu şehitlerden biri var ki, kaybı benim yüreğimi yakıyor. Hep yakacak. O meş’um Temmuz haftası bitse idi kendisiyle uzaktan öğretim için yeni Internet teknolojilerini ele alacak ve bir müfredat çıkartacaktık. Olmadı, olamadı.
15 Temmuz herkese farklı şey ifade edebilir. O sabah kavuştuğumuz demokratik zafer benim için varoluşsal bir sınavdan geçtiğimiz anlamını taşıyor. Benim bu sınavdan çıkarttığım sonuç, iletişimciliğin her dalında (her ne kadar edindi isem, o kadar) analiz ve sentez birikimimi, son bir gayretle, mevcut kamusal tartışmaya kıyısından da olsa katmamın bir borç olduğudur.
Bugün, ulusun meselelerine ilişkin görüşlerimizi her zamankinden daha çok paylaşmak zorundayız. Her türlü travma, konuşup anlatmadan atlatılamaz. Bu köşeciği böyle bir etkileşim için vesile sayarsanız, mutlu olurum.
Allah utandırmasın.