Bir deli kuyuya taş atmış, 40 akıllı çıkartamamış! Aynen o hesap! Pazartesi günü, “’Batı’ denen kavram bir haftada çöktü; bakalım Avrupalılar ne yapacak?” derken, geçen 4 günde Amerika’nın Rusya ile masaya Avrupasız oturduğuna tanık olduk! Avrupalı liderler, yerle bir olan itibarlarını kurtarmak için – Fransızların bile hala cumhurbaşkanlığını sürdürmesine şaşırdığı – Macron’un ipine sarılmak zorunda kaldı. Avrupalı liderler, iki yıl önce İstanbul Mutabakatı’nın imzalanmasına engel olmasalardı şimdiye çok bitmiş olacak Ukrayna savaşının faturasını ağır ödeyecek.
Ukrayna’nın talihsiz lideri Zelenskiy’yi İstanbul Mutabakatı’nı imzalamaktan son anda caydıran Avrupalı liderlere en ağır cezayı, Ukrayna’ya yardımın mali yükünü taşıttıkları ve son üç kışı, Ukrayna doğalgazı kesildiği için soğukta titreyerek geçirmek zorunda bıraktıkları Avrupa’nın seçmenler verecektir. Trump’ı doğal müttefik sayan, yeni faşist, aşırı Hristiyan, ultra-milliyetçi, yabancı düşmanı partiler, ülkelerinin, Ukrayna müzakerelerinden ve Rusya ile görüşmelerden dışlanmasını sevinçle karşıladı.
Ancak bu sevinç, Avrupalı aşırı sağın, ABD’nin son on yıldır dünyaya nizam verme işine, eskisi kadar hevesli olmadığı gerçeğini tam anlamıyla idrak etmediklerini gösteriyor. Evet, Trump, kendisine hukuksuzca kaybettirildiğine inandığı 4 yıl önceki seçimlerden bu yana, belki dünyaya yeni bir şekil verme heyecanıyla, ters yönde, popülist demeçler veriyor. Buna rağmen yeni dönem, ABD’nin mevcut küresel düzende neyin anlamlı, neyin anlamsız hale geldiği, hangi ekonomik, askeri ve politik girişimlerin kendi ulusal çıkarlarına uygun olduğu arayışı ile başlayacaktır. ABD’nin küresel işlere karşı nispeten azalan ilgisi, Avrupalılara sanki “başıboş” kaldıklarını hissini verebilir. Nitekim, Trump’ın Ukrayna konusundaki itibar sarsan tutumuna ve özellikle başkan yardımcısı Vance’in Münih Konferansı’nda verdiği dersten sonra Macron’un hemen bir Avrupa zirvesi düzenlemesi, ABD’den sonra “Yeni Patron” olduğu-olacağı havasına girmesi, bu başıboş hissetme halinin kanıtıdır. Aynı şekilde, İsrail’in de kendisini Hamas’a karşı Washington’ın yaptırdığı ateşkes anlaşmasını ihlal edebilmesi, başıboşluğun bir diğer kanıtıdır.
Eğer Trump’ın ilk günlerin heyecanı ve “şovmen” kişiliğinin asla sona ermeyecek gösteriş ve mübalağa eğilimini bir kenara bırakarak, ABD’nin “en kuvvetli olarak kalma” ama bu hegemonyayı artık dünya jandarmalığına devam yönünde kullanmama kararını doğru okursak, Avrupa siyasetinde “Amerika’nın kuyruğuna takılmak” veya ondan rol çalmak değil, “bölgesel liderlik yapmak” zamanı geldiğini görürüz.
Avrupa’nın aşırı sağ partilerinin popülizmi, ne yazık ki, ortaya nasıl bir dünya istediklerine dair geçerli, anlamlı, anlaşılabilir modeller koymalarına engel oluyor. Şu kadar yıldır önce babası, şimdi kızıyla ortada olan Le Pen’lerin “aşırı” diye nitelenmelerinin dışında bir kimlikleri, bir projeleri olduğunu biliyor muyuz? Trump’a selam ve bağlılık konuşmalarıyla başlayan ve Trump’ın gümrük savaşları, Grönland ve Panama taleplerine destek kararıyla sona eren önceki haftaki Madrid Toplantısı’nda Avrupalı altı sağ partinin lideri ne gibi yeni sözler söylediler? Çevre koruma konusunda Trump’ın “Küresel ısınma yoktur!” sözünü ve salgın hastalıklara karşı Dünya Sağlık Örgütü’nden çıkma kararını alkışlamaktan başka, ne gibi öneriler ortaya attılar?
Trump, eski başkan Biden’ın ham hayallerinden ve Rusya ile her türlü teması kesme kararından kaynaklanan “dümensiz dünya” sendromuna bir çare buluyor ve Putin ile kanalları yeniden açıyor. İki güçlü ülke arasındaki bu adeta savaştaymışız gibi hissettiren hale son vermek bile yeni küresel ilişkiler açısından çok daha umut vericidir. Bu durum kimseyi, “Amerika ile Rusya yine dünyayı aralarında bölüşüyorlar” kanısına da sevk etmemelidir.
Avrupa’nın haline acımamak elde değil; ama zaman duygusallık zamanı değil; ciddi düşünme ve planlama gerekiyor.