Netanyahu, İsrailli Nazi hükumeti ve Amerika’daki turuncu suç ortakları, Filistinlilerle yaptıkları üç aşamalı müzakere anlaşmasını ihlal ettiler; anlaşmada olmadığı halde, Hamas’a elindeki rehinelerin hepsini birden bırakmazsa, ateşkese son vereceklerini bildirdiler.
Nitekim, Gazze Şeridi’ndeki savunmasız sivillere karşı soykırım savaşı yeniden başladı. Hem de 7 Ekim’den sonra 417 gün devam eden saldırılardan oran olarak daha şiddetli, daha kanlı şekilde... Bu kez Gazze soykırımının birinci derecede sorumlusu Trump’dır; çünkü Netanyahu’nun müzakere anlaşmasını ihlal etmesine onay vermiştir. Trump, Hamas’ın elindeki rehineleri kurtarmak değil, sadece Netanyahu hükumetini kurtarmak istiyor. Netanyahu da bu vesile ile ülke içinde kendisini hükumetten alaşağı etmek üzere güçlenen muhalefeti ezmek istiyor.
ABD sözcüleri, Netanyahu’nun Nazi hükumeti, hemen “Hamas… Terör… Rehinelerin insan hakları…” teranelerine başladı. Savaşta sivil halka zarar vermek suçtur; hem de ağır suçtur. Netanyahu ve İsrail, 417 gündür bu suçu işliyor, bunun için Netanyahu ile bazı bakanları uygar bir ülkeye giderlerse tutuklanacaklar.
Ancak artık ne Trump ne de Netanyahu için hiçbir hükmü kalmamış olan Birleşmiş Milletler ve BM Güvenlik Konseyi’nin 10 Haziran 2024 tarihli ve 2735 sayılı kararı, yani işgalcilerin saldırılarını durdurmalarını ve saldırıların durdurulmasını, Gazze Şeridi’nin tamamından çekilmelerini öngören kararı ortada duruyor. İsrail askerlerinin, Gazze’de ve Batı Şeria’daki Filistin topraklarında bulunması, uluslararası hukuka ve insan vicdanına göre işgaldir. Bir ülkenin insanları işgalcilere karşı direniyorsa, bu terör değil, direnme hakkıdır. Hamas’ın 7 Ekim baskını ve rehine aldığı çoğu İsrailli subay, diğerleri işgal ordusunun ya silah altında ya da yedek askeri olan rehineler, işgal altındaki topraklarda zaten “sivil halk” sıfatını kaybetmiş kişilerdi.
İsrail halkının yüzde 72’si, hükumetin, Hamas’ın bütün taleplerini kabul ederek, rehinelerin derhal kurtarılmasını istiyor. Netanyahu’nun, Trump’la yaptığı anlaşmaya uygun olarak, Gazze’yi tamamen Filistinlilerden arındırarak ABD’ye teslim etmeye kararlı olduğunu bilen yetkililer, örneğin Genelkurmay Başkanı, iç ve dış istihbarat örgütleri Mossad ile Şin Bet’in başkanları, birer birer istifa etti. Ana muhalefet partisi başkanı, eski başbakan Ehud Barak, Netanyahu’nun, eskiden gelen yolsuzluk, rüşvet ve kamu malını kötüye kullanma suçlarına 7 Ekim’deki güvenlik zaafındaki sorumluluğunun da ekleneceğini ve hükumeti bıraktığı anda hapishaneye gideceğini söylüyor.
Trump ise Netanyahu’dan sonra kukla gibi oynatacağı bir başka İsrail başbakanı gelemeyeceğinin farkında olduğu için, bu hükumete son katliamı için önceden açık çek verdi. Bunun sonucunda ABD ve İsrail liderleri, cehennem azabı, kıyametin kopmasından daha kötü günler ve dillerindeki kelimelerin elverdiği en vahşi ifadelerle, Filistinlileri korkutmaya çalıştı.
Bugüne kadar, savaş da olsa, hele savaşın bir tarafı asla sözüne güvenilemeyecek İsrail hükumeti bile olsa, başka bir deyişle, ya gerçekten akıl hastası ya da akıl hastası rolü yapan Trump yeniden işbaşına gelinceye kadar, geçerli olduğunu sandığımız bir kural-temelli uluslararası ilişkilerin geçerli olduğu bir dünya vardı. Bu dünyada “Seninle üç aşamalı müzakerelerde bulunmayı kabul ediyorum. Her aşamada bırakılacak İsrailliler ve Filistinlileri oturup konuşacağız; bu sırada karşılıklı ateşkes ilan edeceğiz” denildiği zaman bu söze riayet edilmesi beklenirdi.
Anlaşılan o ki Batı, ABD ve Avrupa bu kural-temelli ilişkiler dönemine son veriyor ve yerine güç-tabanlı bir düzeni koyuyor.
Bu kuralsızlıktan kimin daha çok zararlı çıkacağı, şu anda ancak hayal gücü çok güçlü kişilerin tahmin edebileceği bir noktadır. Ancak, ABD’nin de İsrail’in de, hatta Avrupa’nın da bu kuralsız dönemde her şeyden önce birbirlerine düşeceğini tahmin etmek için fazla bir hayal gücüne de ihtiyaç yok.