Seçimler bitti; Hollanda sakinleşti. Darısı Almanya’nın başına.
Bir taraftan, “Biz Nazi değiliz; bize Nazi demenize çok üzülüyoruz!” yollu açıklamalar, öte yandan PKK’yı destekleyen gruplara, PKK sloganlarıyla bezenmiş afiş ve flamalarla gösteri yürüyüşü yaptırtmak gibi akıl almaz uygulamalar... Ve bunların üstüne doğrudan Başbakanlığa bağlı bir istihbarat dairesi başkanının “FETÖ’nün 15 Temmuz’un arkasında olduğuna dair kanıtlara ikna olmadık” yollu demeci.. Almanların 24 Eylül’deki seçimlerine kadar bu “tribünlere oynama” semptomu giderek daha fahiş boyutlara varacak
gibi görünüyor.
Bir kere kendisi her ne kadar siyasal memur olarak atanmış da olsa Federal İstihbarat Hizmetleri dairesi BND’nin genel müdürü Bruno Kahl’ın bir derginin siyasal nitelikteki sorusuna siyasal nitelikte bir cevap vermesi, en basit deyimiyle şaşırtıcıdır ve bırakın dost ve müttefik ülkeyi, iyi komşuluk ilişkilerine bile uymamaktadır. Eğer Alman hükümeti,
15 Temmuz darbe girişiminin arkasında FETÖ elemanlarının bulunduğuna dair yapılan açıklamaları, polis fezlekelerini, savcı iddianamelerini ve giderek sayıları artan mahkeme kararlarını yeterli bulmuyorsa, bunu Der Spiegel dersinin muhabirine demeç olarak söylemez; Türkiye’den diplomatik kanallarla
daha çok bilgi isteyerek yapar.
Kabalığı ve gaflarıyla Amerikan tarihinde mümtaz bir yere sahip olan Başkan Yardımcısı Joe Biden bile bunu çok daha kibar bir üslupla yapmıştı. Amerikan hükümeti ve Adalet Bakanlığı da aynı belgelere sahip olduğu halde bunları hiçbir zaman mahkemeye sevk etmeyerek, “ikna olmadıkları” mesajını vermişti. Ama mesele, ikna için sunulan kanıtların yeterince ikna edici olup olmadığı değildi. Meşum temmuz gecesinin hemen akabinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın kendisinin “Hocaefendi ile telefonla görüştürülmesi” için yapılan zorlamayı anlatması, aklıselim bunu kanıtlamak için yeterdi. Ki o günden bu güne kitaplık dolusu belge, bulgu ve itiraf çıktı.
Hayatı boyunca Alman Hıristiyan Demokratlarının siyasal elemanı olarak, kimi zaman maliyede, kimi zaman poliste, kimi zaman özel kalem müdürlüklerinde görevlendirilmiş ve şimdi de siyasal ömrünün sonunda Alman casusluk biriminin başında taltif edilen bir kişinin, FETÖ’yü temize çıkartma çabasını biz çok iyi anlıyoruz. Ama Türkiye’de darbe girişimi, ne bir partiye karşı yapılmıştı; ne bir zihniyete karşı! Bu darbe, Türkiye’yi ezip parçalama ve yabancı işgaline açık hale getirmek üzere düzenlenmişti. Bunu bir Alman siyasetçinin (hadi düzenlemesi demeyelim) şu ya da bu şekilde istismar etmesi bir noktada anlaşılabilir.
Ama anlaşılmaz olan, baltanın sapı durumundaki Alman Millet Meclisi’nin 11 Türk üyesinin tutumudur. Köpekli ve atlı polislerini Türk göstericilerin üzerine süren Rotterdam Belediye Başkanı (aslında “müdür” demek lazım çünkü Hollanda’da belediye başkanları seçimle değil atamayla geliyorlar) Ahmet Ebutalip, nasıl bize anlaşılmaz geliyorsa, Alman meclisinin 11 Türk üyesinin tutumu çok daha anlaşılmaz.
Ağaç, biliyorsunuz, kendisini kesmekte olan baltaya bakmış, “Bana en çok koyan, şu baltanın sapının benden olması” demiş!