Hayatımızı bir parça daha karartan, bununla birlikte mücadele azmimizi biraz daha kamçılayan bir terör saldırısına daha uğradı ülkemiz. Terör ve onun membaı olan şiddet siyaseti, içinde yuvalandığı toplumun şu ya da şu meselesini meşruiyet kalkanı yapsa da 21’inci yüzyılda “siyasal şiddet” diye bir şey kalmadı; hepsi uzaktan savaş, vekâlet savaşı halinde yürüyor. Burada anahtar kelime savaştır; bir siyasetin, silahlı bir kuvvet tarafından kabul ettirilmesi mücadelesi. Dış politika iç politikanın, savaş da dış politikanın uzantısıdır.
Ülkemizdeki terör eylemleri belirli bir örgütün kontrolü altında iken, tamamen denetimsiz, adeta bir terör karteli boyutuna ulaştı. Ne zaman? Arap Baharı denen olaylar zinciri sınırlarımıza dayandıktan sonra. Bahar denen bu bölgesel karakış ne zaman başladı? 2011’de. Ne amaçla? Kurulu düzenleri yıkmak üzere harekete geçen halkın iradesini hakim kılmak için.
Halk nerelerde nasıl harekete geçti? Tunus’ta muhteşem bir organizasyonla gerçekleşen kalkışmanın bölgeye yayılmasıyla. Hatırlayalım: Irak, Libya, Suriye ve Yemen’de iç savaşlar; Bahreyn ve Mısır’da ayaklanmalar; Cezayir, İran, Lübnan, Ürdün, Kuveyt ve Fas’ta geniş sokak gösterileri; Cibuti, Moritanya, Filistin toprakları, Suudi Arabistan, Somali ve Batı Sahra’da küçük protesto hareketleri oldu. İster büyük, ister küçük, bu olayların hepsinde aynı sloganlar, aynı talepler, aynı tarz örgütlenmeler vardı. Denilebilir ki bu internet ve sosyal ağ çağında bu tür bir düzenleme mümkün ve son derece kolay. Şu yukarıdaki listede, fiziksel imkân
olsa bile bu tür düzenlemelere izin
verecek bir hükûmet var mı?
ABD, 2001 yılında, Usame Bin Ladin’in kendisine verilmesi ve Taliban örgütünün tamamen sınır dışı edilmesi talepleriyle Afganistan’ı işgal etti; ülkenin başına Hamid Karzai ve, tırnak içinde, demokratik bir hükumet getirildi. Neo-Con’lar ve hatta eski ya da yeni muhafazakârlığın semtine bile uğramamış olan liberal-solcu akademikler, istenirse bu diktatörlüklere, bağnaz dincilerin yönettiği ilkel ülkelere demokrasinin getirilebileceğine inanır oldu.
Arap Zemherisi böyle başladı; ABD’nin Bush+Obama dünyaya yeni nizam verme stratejisi böyle devreye girdi. Suriye’nin hissesine de Beşar Esad gibi bir katilin yönetimsizliği düştü. Esad ve gücünü aldığı BAAS, Halk İhtilali ile mücadelede kolay yolu halkının etnik fay hattını derinleştirmekte ve bu hat boyunca depremlere sebep olmakta buldu.
Bu depremin kuzeyinde, temeli İngiliz altınlarıyla başlamış Kürt isyanlarına dayanan kalkışma geleneği, bu isyanları meşrulaştırmakta kullanılan ret ve inkâr siyaseti vardı. 2002 Devrimi ile başlatılan, ret ve inkârın izlerini silme çabası neredeyse başarıya ulaşacak iken, PKK, Suriye’deki kaosta kendisine Rojava
ödülü karşılığı piyade askerliği rolünü verenlerin, aynı ikramı Türkiye’de de yapacakları kanısına kapıldı.
Bu noktaya bu yanlış inancın sonucu geldik; PKK’nın ve onun bu kanıya kapılmasına yol açanlar, böylece bir yere varamayacaklarını ne zaman anlayacaklar?