Ülke 16 Nisan’a kilitlenmiş durumda. Gündem tayininde siyasetin bu kadar etkin olduğu bir ülkede böyle olması doğal. Ayrıca 16 Nisan sıradan bir referandum da değil. Ülkenin yönetim sistemi değişiyor ve her vatandaş bu değişikliğin içeriğini bilmekle yükümlü. Bu açıdan gazetelerin birinci sayfaları ve televizyonların son birkaç ayki tartışma konuları anlamlı.
Ancak gündeme ilişen bazı konular var ki, sabun köpüğünden farksız. Koparılan kıyamete, yazılan çizilene rağmen hayata etkisi yok denecek kadar az. Bir ünlünün evlilik kararı alması veya ayrılması ne yazık ki ekosistemi etkileyecek önemli bir kararı gölgede bırakabiliyor. Ya da dünyanın en doğal meteorolojik olayı olan yağmur, son dakikalarla anons edilirken; iklim değişikliğinin etkilerine dair bilimsel öngörüler, TV’lerde, sayfalarda güçlükle yer buluyor.
Kamuoyunun tartışması gereken birçok gelişme maalesef yapay gündemin sisi altında. Bence onlardan biri de Doğu Karadeniz havzasındaki çay tarımında alınan gübre kararıydı: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 1 Mart’ta bölgedeki nitrat ve azot içerikli kimyasal gübre yasağının 1 yıl ertelendiğini duyurdu.
Kanserojene dönüşüyor
Oysa çayın nitrat depo eden bitkilerden olması, nitrat ve azotun kanserojen nitrozamine dönüştüğü düşünüldüğünde; kimyasal gübre yasağı, son dönemin en sevindirici gelişmelerinden biriydi. Türkiye halkının önemli bir tüketim ürünü olan çay, kimyasaldan bir nebze de olsa arındırılacak, çaydaki nitrat mikrobiyal gübre kullanımıyla önemli ölçüde azalacaktı. Bölgenin arazi yapısı ve yağış rejimi düşünüldüğünde en büyük faydayı da doğa görecekti.
Çünkü bilimsel verilere göre, bölgede 30 bin tonu aşkın kimyasal gübre yıkanarak su kaynaklarına ulaşıyor. Hem de öyle böyle bir bölge değil. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından koruma altına alınması gereken 200 ekolojik bölgeden biri olarak gösterilen Fırtına Vadisi’ni de içine alan, çok sayıda endemik bitki türünü barındıran bir havzadan bahsediyoruz. Şimdi bu bölge bir yıl daha 30 bin tondan fazla kimyasala maruz kalacak. Peki niye?
25 milyon dolarlık zehir
Çay üretici örgütlerinin baskısıyla... Organik gübreye geçişe hazır olmadıkları ve depolarında tonlarca kimyasal gübre bulunması nedeniyle. Zaten erteleme kararı sonrası bazı kooperatiflerin kamyonlarla bölgeye kimyasal gübre taşıdıkları da yerel kaynaklara yansıdı. Aslında organik gübreye geçiş süreci hazırlıksız da değildi. Çaykur dört-beş yıldır içeriğinde canlı bakteriler bulunan gübreye yönelik uygulamalı deneyler gerçekleştiriyordu. Tüm bu çabalara rağmen 2016 yılının son günlerinde alınan gübre yasağı kararından iki ay içinde vazgeçildi. Bu hem doğa hem de insan için yıkıma devam anlamına gelen bir karar oldu.
Kararın bir diğer yönü de yaklaşık 25 milyon dolarlık zehrin bir yıl daha doğaya karışacak olması. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nden Doç. Filiz Yüksek ve Orman Mühendisi Ercan Sütlü’nün araştırmasına göre, yıkanarak su kaynaklarına ulaşan gübrelerin çay üreticilerine maliyeti 2012 yılı rakamlarına göre 15-25 milyon dolar. Araştırma gübre kullanımına yönelik cehaleti de ortaya koyuyor. Araştırmaya göre çay üreticilerinin yüzde 98’i kimyasal gübre kullanıyor ve üreticilerin büyük çoğunluğu gübre seçimlerini kulaktan dolma bilgilerle yapıyor. Yüzde 35’i çay ekicileri kooperatifi ve ziraat odasına danışıyor, yüzde 20’si satıcıya soruyor. Uzmana danıştığını söyleyen üretici oranı sadece yüzde 5.
Hal böyleyken umarım önümüzdeki yıl itibarıyla yasak tekrar erteleme söz konusu olmadan devreye girer. Böylelikle de toprakta tuzlanma, ağır metal oluşumu, su ve su canlılarında nitrat birikimi ile sera gazı etkisi yaratan kimyasal gübre uygulaması en azından Doğu Karadeniz’de sona erer.
Mucizevi lahana
BBC Future’ın gündeme getirdiği “yararlı mikroplar” geçtiğimiz haftanın öne çıkan konularından biriydi. Bağırsak florasını düzenleyen yararlı bakterilerin işlendiği bir makalede, yararlı mikropların sayısının sağlıklı olmamıza etkisi anlatılıyor. Probiyotikler olarak bilinen bu yararlı bakteriler, besinlerdeki proteinleri aminoasitlere, karbonhidratları disakkaritlere ve yağları da yağ asitlerine dönüştürüyor. Zaten sağlıklı bir insanın bağırsak florasındaki bakterilerin yüzde 98’i faydalıymış. Yani mikroplar sayesinde nefes alıp verebiliyoruz.
Makalede yararlı bakterileri besleyen yiyeceklerin başında kefir ve lahana turşusunun geldiğine değiniliyor. Bilimsel literatüre yansıyan etkilerine bakılırsa lahana tam bir “mucizevi” sebze.
İşte bilimsel makalelere göre lahana: Protein ve vitamin deposudur. B, C, E vitaminlerini bünyesinde barındırıyor ve mineralden zengin. Antikanser ve antioksidan etkileri olduğu ileri sürülüyor. Kalorisi düşük. Sindirim kolaylığını ve bağırsakların daha sağlıklı çalışmasını sağlar. Vücutta oluşan sivilce ve geçmeyen yaraların iyileşmesine yardımcı olur. Romatizmal rahatsızlıkların yol açtığı reaksiyonları iyileştirir. Ayrıca içerdiği antioksidan maddeleriyle kalp krizine engel olur ve ilerlemesini durdurur, felç geçirme ve katarakt olma riskini azaltır.
Kanserden koruyor
Lahana bedenin bağışıklık sistemini uyarmakta, bazı bakteri ve virüs türlerini yok etmektedir. Kan şekerini düşürür ve şeker hastalığı tedavisinde kullanılır. Başta meme, rahim ve bağırsak kanseri olmak üzere, kansere karşı koruyucudur. Öksürüğü keser, cinsel gücü ve isteği artırır. İştah açıcıdır, idrarı söktürür ve kabızlığı giderir. Enerji vericidir zayıflamada ve selülit tedavisinde kullanılır. Kansızlığa karşı iyi gelir. Bedenin gelişme etkinliğini uyarıp destekleyen lahana, içerdiği zengin folik asitle kadınların spina bifida (omurganın bir yanının açık olması) hastalığına yakalanmış çocuk doğurma riskini azaltır. Lahana bitkisi tüm turpgiller gibi bedenin iyot emilimini düşürür.