Çevre bilinci 7’den 70’e hepimizin temel ödevi; o bilince katkı vermek adına önce gezegenin röntgenine bakalım.
Bugün Dünya Çevre Günü. Hem Kovid-19 salgını hem de Marmara Denizi’ni beyaz balçığa bulayan müsilaj, çevre sağlığının kendi refahımızla ne denli iç içe olduğunu acı bir tecrübeyle bize gösteriyor. Ormanları tahrip edip vahşi yaşamı altüst ettiğimizde, yeni virüslerle karşılaşabileceğimizi artık daha iyi biliyoruz. Ve yanı başımızdaki suyu koruyamazsak, oradaki yaşamla birlikte kendi hayatlarımızın da solacağını gördük. O nedenle çevre bilinci 7’den 70’e hepimizin temel ödevi. Gelin o bilince katkı vermek adına çevrenin hali pürmelaline birlikte göz atalım.
Önce gezegenin karnesi
Fosil yakıtların kullanımı, ormansızlaştırma ve aşırı tüketim nedeniyle atmosferdeki karbondioksit oranı rekor seviyeye ulaştı. Sera etkisi yaratan bu artış yüzünden yaşadığımız küresel ısınma canlı yaşamını tehdit ediyor. Son 50 yılda memeli, sürüngen, kuş ve balık popülasyonunda yüzde 68’lik bir azalma var. Yok olan bitki türlerinin sayısı ise bunun 2 katı. Son 1 yılda 42 bin kilometrekare (Türkiye’nin 16’da 1’i) ormanı yitirdik.
Diğer taraftan fosil yakıt ve endüstri kaynaklı hava kirliliği her yıl 600 bin çocuğun ölümüne neden oluyor. Yılda 1 milyon 700 bin çocuğun çevreye bağlı hastalıklar nedeniyle öldüğü raporlandı.
Çoğumuz dünyanın bize sunduğu kaynağın fazlasını tüketerek yaşıyoruz. Bir Amerikalı gibi yaşamak için 5 dünya gerekiyor. Tüketime dayalı yaşam şeklimiz nedeniyle de kara yüzeylerinin yüzde 75’i önemli ölçüde değişime uğradı. Okyanusların çoğu kirlendi ve sulak alanların yüzde 85’inden fazlası yok oldu. Denizler, aşırı avlanma tehdidiyle karşı karşıya. Endüstriyel ve evsel atıklardan kaynaklı plastik ve ağır metal kirliliği de cabası. Okyanuslara 14 milyon ton plastik atmışız. İşte Sri Lanka kıyıları, “Plastik karı”yla kaplandı. Suya karşı bu hoyratlığımız her 4 insandan biri su kıtlığı riskiyle yüz yüzeyken üstelik! Küresel bazda tatlı su kaybıysa ürkütücü boyutta.
Umut güneş ve rüzgâr enerjisinde
İklimi her ne kadar fosil yakıtlar değiştirse de maalesef Türkiye kömürden bir türlü vazgeçemiyor. Elektrik üretiminde en yüksek pay (yüzde 37) hâlâ kömürde. Doğal gazın payı azalsa da termik santrallerdeki dumanın yakın gelecekte sona ermesi beklenmiyor. Tek umut, toplam elektrik üretiminde payı yüzde 7’lere yaklaşan güneş ile yüzde 7’yi aşan rüzgâr enerjisinde.
Pek havamız yok
Sera gazı emisyonlarının yüzde 71.6 sı enerji üretiminden kaynaklanıyor. Türkiye 1990-2010 yılları arasında emisyonu en fazla artan ülkelerin başında geliyor. Kişi başı toplam sera gazı emisyonu 1990 yılında 4 ton karbondioksite eşitken, bugün 6.5 ton civarında. Öte yandan fosil yakıtla elektrik üretiminin, azot oksit emsiyonlarında büyük artış (1990 yılına göre yüzde 200) yarattığını görüyoruz. Yine aynı nedenle kükürtdioksit kirliliğinde de tarımda kullanılan gübre ve hayvancılığa dayalı amonyak emisyonlarında da artış var. Özellikle şehirlerde trafik yoğunluğuyla birlikte daha kirli bir hava söz konusu. Son 5 yılda trafiğe 3 milyon taşıt daha eklenmiş. Kirletici vasfı yüksek 308 sanayi tesisinin 714 bacasıyla birlikte havamız, iyiden iyiye bozuluyor. Ve mevcut durumda sera gazı emisyonlarının yarısı izleniyor.
Ağaç artışı sevindirdi
Çevre açısından en sevindirici gelişme, ağaç varlığımızda yaşanan artış. Son 47 yılda yaklaşık 2,5 milyon hektarlık orman artışı raporlanmış. Ayrıca genetik mirasımızın korunması için 333 tahıl çeşidinin yerel soylar kullanılarak kamu tarafından geliştirilmesi çok önemli.
Atık konusunda da Sıfır Atık projesiyle çöpe bakışın değişmesini umut ediyoruz. Yılda 32 milyon ton çöp üretiyoruz ve bunun yarısı ambalaj atığı. Bu atıkların(cam/metal/kâğıt/plastik) yüzde 60’a varan oranda geri kazanıma girmesi de geleceğe dair umut veriyor. Öte yandan hâlâ çöpün yüzde 32’sinin vahşi depolama sahalarında çürüyor olması ise oldukça üzücü.
Suyumuzun yarısı kirli
Türkiye’ye odaklandığımızda, su meselesi birincil sorun olarak karşımıza çıkıyor. 2030 yılında 100 milyona yakın nüfusla su sıkıntısı yaşayan bir ülke olacağız. İklim değişikliği bu tabloyu daha da ağırlaştıracak. Keban Barajı havzasında kar yükünün yarı yarıya azalacağı, Yukarı Fırat Havzası’nda su potansiyelinin düşeceği öngörülüyor. 158 yüzey su kaynağımızın yüzde 21’i kirlenmiş, yüzde 33’ü çok kirlenmiş su sınıfında. Kıyıların önemli bölümü ekolojik açıdan zayıf ve orta kalitede. Tarım yapılan havzalardaki nehir, göl ve kıyı sularında yapılan ölçümlerde 226 noktadan sadece 41’inin su kalitesi iyi çıkmış. Neden? Çünkü faaliyette olan 236 Organize Sanayi Bölgesi’nden sadece 104’ünün atık su arıtma tesisi var. Diğerleri adeta sularımıza zehir boca ediyor. Tarımda kullanılan gübre ve pestisitler de büyük oranda göllerimizde birikiyor. Sulardaki azot ve fosforun yol açtığı tehlikeyi bugün Marmara’daki müsilajla görüyoruz. Diğer yandan sadece son iki yılda deniz ve kıyılardan toplanan çöp miktarının da 75 bin ton olduğunu hatırlatayım.
Ekstrem hava olaylarında artış var
Bir diğer sorun da kuraklık. Onlarca göl ve deremiz kurudu son 50 yılda. En son flamingo cenneti Düden ve Küçük Göl’ü yitirdik. Tarımsal kuraklık nedeniyle özellikle buğday ve mercimekte sıkıntı yaşanacağı tahmin ediliyor. İklim kriziyle birlikte ekstrem hava olaylarında yaşanan artış da çiftçilerin belini büküyor. Dolu, sel ve fırtınalar nedeniyle tarım arazileri büyük zarar görüyor.
*Yazıdaki veriler, WWF Yaşayan Gezegen Raporu ve 2020 Türkiye Çevre Durum Raporu’ndan alınmıştır.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024