Grup zekası veya kolektif zeka gibi kavramlara artık günlük yaşantımızda dahi rastlamak olasıdır. Bu kavramlar bazı zamanlarda örgütsel zeka yerine de kullanılıyor. Fakat grup zekasına yüklenen anlamların örgütsel zekayı kapsamadığı, kolektif zekaya yüklenen anlamların ise örgütsel zekadan ise kapsayıcı olduğu gerçeği konuya farklı bir bakış açıları getiriyor. Bu durumda toplum bilimine paralel olan kolektif hareketlerin grup zekasıyla bir ilgili olduğu bir olasılık dahilindedir diyebilir miyiz?
Anlam karmaşasına yönelik tüm sorular hakkında kesin bir yargıya varmak ise ayrı bir sorunsal. Grup dinamiğini çepeçevre saran çeşitli sorunlar, grup üyelerinin birbirleriyle olan ilişkilerini irdelese de bu sorunların kaynağına inmek zor bir eylemdir. Bu konuya dair Stanford Üniversitesi’nde yapılan tüm deneylerde, kitle ne kadar büyükse ve her ne kadar da iyi bir netice alınmış olunsa da öncü deneylerin pek çoğundaki gruplar akademik dünya dışındakilerin bilmediği birtakım nedenlerden dolayı göreceli olarak farklılık gösterdiği görülmüştü. Fakat yine de iyi bir performans göstermiş olmaları, grup dinamiğinin göreceli kavramsal boyutların pek ötesinde olduğunu da bize söylemeyebilir.
Mükemmeliyetçilik, kendi içerisinde belirli bir düzeni barındırıyor. Bu düzen bir süre sonra külfet haline evriliyor. Bir bakıma, başta sorun dahi edilmeyen küçük şeylerin gelecek süreçte farklı şekilde öne çıkmasına ön ayak olup, büyük bir mutsuzluğa davetiye çıkarıyor olsa da uzunca bir süre sıradan görünümden asla fire vermiyor. Kalabalıkların ve bu kalabalıkları yaratanların gizlendiği kocaman bir yalnızlık bulutu olduğunun farkında olmak, bireyi buna iten sebepleri doğuruyor. Tam olarak sebebinin bilinmediği ve asıl sebeplerinden de bahsetmenin kimsenin işine gelmediği bir durum olan mükemmeliyetçilik, kusursuz bir doğruluk olarak kabul görüyor ama evrende varlıkları güzel kılan şeylerden birisi de hiç şüphesiz ki kusurdur.
"Kusur Kavramı"
Öyle ki; mükemmelin tek olmasına rağmen, “kusur” diye tabir edilen olguyu sonsuzluk diye atfedebiliyorken, çekici ve özgünlüğü yanında getirip, getirmediği şüpheli bir tutum olarak algılanıyor. Günümüz bilinciyle asla sonucuna ulaşamayacak saplantılardan olan mükemmeliyetçilik, gerçek anlamda bir sorunsal olarak nitelendiriliyor. Mükemmeliyetçi bireyler, hayatlarının her alanına entegre ettiği ya da etmeye çalıştığı sınırlar
Geçtiğimiz günlerde mutfakta bulunan çöp kovasını dışarı çıkardım. Ve birkaç gün sonra o çöp kovasının yeniden dışarı çıkarmam gerektiğine şahit oldum. İçimden epey söylendim. Çünkü haddinden fazla çöp üretiyor olmamızın sebebi ben ya da bizler değil, bilakis üreticilerin ta kendisiydi. Nitekim "olmasa da olur," diyebileceğimiz birçok ambalajı çöp kutularımıza tıkıyoruz. Fakat evsel atıkları çıktığımızda geriye kalan tüm çöpün ambalajlardan oluştuğunu görmüyoruz.
Araştırdığımda ise ortaya çıkan tablo korkutucuydu. Türkiye’de günlük 87 bin ton, yıllık 32 milyon ton atık üretildiği kaynaklarıyla birlikte belirtiliyor. Hatta tablo öyle ilginçleşiyor ki; kişi başına 1.17 kilogramlık bir atık oluştuğunu istatiktik verileri ile açıklanıyor. Elbette atıkların bir kısmı geri kazanım tesislerine iletiliyor. Fakat yüzde 9.8’i geri kazanım tesislerinde işlem görebiliyor. Yüzde 0.2’lik bir kısmı ise yakılarak ya da başka yöntemlerle bertaraf ediliyor. Ayrıca atık yakma tesisinin yapımı için daha önceleri bir proje yapıldığını biliyorum. Fakat sürecin tamamlanmadığını da söylemeliyiz. Bu durumda alternatif bir şeylerin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Çünkü bu tablo gerçekten üzücü.
Kuşak çatışması Sümer tabletlerinde de örneğine rastlanabilecek kadar geniş bir zaman dilimini kapsayan ve halen günümüzde dahi çözümlenmesi güç bir evreye yayılan bir süreci kapsıyor. Yazılı tarih bu dünya üzerinde belki de muhteşem olgu! Ve tarih bize gösteriyor ki; binlerce yıl önce dahi on yedi kil tablet parçasından oluşan bir yazıda baba, oğluna okula gitmesi, gayretle çalışması ve sokaklarda gezmemesi için tavsiyelerde bulunmakta ve oğlunun iyice dinlediğinden emin olmak için de söylediği sözcükleri tekrarlatmaktaydı. O günden bugüne değin değişen pek çok şey oldu. Fakat süregelen bu zaman zarfında muhtemelen daha yüzlerce yıl daha sürecek bu kuşak çatışmalarının yansımalarını araştırmak daha çok vakit alacak.
Sıklıkla duyduğumuz, tanık olduğumuz ya da birebir örneğini yaşadığımız bir kavram olan kuşak çatışmasının sebeplerine dair uzun süredir gözlemler yapılıyor. Bu gözlemler başta yaş farkına paralel olarak gelişen veya oluşan şeyler olarak adlandırılsa da kuşak çatışması aslına bakılırsa pek de böyle değil. Genel olarak çocuklar ve ebeveynler arasında yaşanacağı sanılan durum iki yaşıt yetişkin arasında pek yaş farkı bulunmamasına rağmen de görülüyor. Bunu değişen çevre
Türkiye ilk alışveriş merkezi ile 1988 yılında tanışmıştı. O dönemlerde görkemli denebilecek bir şekilde açılışı yapılan Galleria, kısa sürede yalnızca o bölgenin değil tüm İstanbul’un çekim merkezi haline geldiğini söylemek mümkün.
Galleria’dan sonra ise Türkiye’de AVM yatırımlarının sayısı hızla arttı ve halen de inşaat halinde olanları görmek mümkün. AVM yatırımlarında artan ivme perakende sektörünü de büyüterek, farklı AVM’lerin de çeşitlenmesine yol açtı. Bundan daha birkaç yıl öncesine kadar AVM deyince kapalı bir alan içinde sıralanmış mağazalar, yeme içme alanları ve sinema bölümü aklımıza gelirdi, ama bugün bakıldığında AVM’ler birer yaşam merkezi haline gelmiş durumda. Kimisi yaptıkları yatırımlar ile metro ve diğer toplu taşıma araç güzergahlarının proje dahilinde AVM bağlantısı kurarak bunu başarıyor, kimisi de cadde alışverişini ön plana çıkarmak için açık alan ve cadde konseptini belirliyor. Temel amacın AVM kültürünü farklı inovatif edisyonlar ile tüketiciye sunmak olurken, ön plana çıkacak yenilikler yaparak bunu yapacağını düşünen yerli ve yabancı birçok yatırımcı var. Peki, toplum zaman algısının yitirilmesine sebep olan bu yerlerde yeterince mutlu mu?