Yazın sonlarına doğru gelmeye başlıyoruz. Avrupa Komisyonu henüz kepenklerini kaldırmadı. Malum uluslararası ilişkileri şekillendiren dünya kurumları biraz da okullar gibidir. Sezonu Eylül ayında açıp, Temmuz ayının ilk haftasında ara verirler. Futbol dünyası sezonu daha erken açar ve daha erken kapatır. Güney yarı kürede de mevsimler değişse bile, dünyaya ayak uydurmak adına bütün önemli kararlar Eylül-Temmuz arasında alınır. Hummalı faaliyetler de yine bu dönemde gerçekleşir.
Avrupa Birliği (AB) kurumları iyiden iyiye canlanmaya başladı. Halen Avrupa Komisyonu üyeliğine getirilecek olan yeni izimler üzerinde çalışma gerçekleştiriliyor. 22 isim açıklandı. Halen 5 ismin daha açıklanması bekleniyor. Maalesef Ursula Von der Leyen’in başkanlık edeceği Komisyon üyeleri arasında sayısal açıdan kadın-erkek eşitliği sağlanamadı. Bu biraz da muhafazakar bir komisyon başkanının ve Hristiyan Demokratların AB’ye üye ülkelerde ağırlıklı olarak iktidar olmuş olmalarından da kaynaklanıyor. 22 ismin belirlenmiş olduğu 27 üyeli Komisyona 16 erkek atandı. Oysa kadınlar, hele AB’de, iktidarın ve yönetimin vazgeçilmez parçaları.
Keza uluslararası ilişkiler bakımından vazgeçilmezlik ya da gözden çıkartma kavramı son derece hassas ve önemli bir konu. Dünya gücü olduğunu iddia eden bütün ülkelerin mutlaka hasımlarıyla da olsa temasları devam ettirmeleri gerekiyor. Henüz kurumsal dış politika refleksi gelişmemiş olan AB’nin de sorunu bu zaten. Zira Ankara ile Kıbrıs Rum Kesimi arasında yaşanan gerilimlerden dolayı AB-Türkiye ilişkilerini ve diyalog yollarını neredeyse tümüyle kapatan AB, nihayet normal bir dış politika aktörü gibi davranma kararı aldı ve bu çerçevede Türkiye’yi Gymnich toplantısına davet etti.
Diyalog kapanmamalı
Bilindiği üzere, Gymnich AB’nin gayri resmi dışişleri bakanları toplantısı. Bu haberin detayını Perşembe günü Milliyet gazetesi Ankara diplomasi muhabiri genç meslektaşım Asena Yatağan çok güzel bir şekilde kaleme aldı. Okumanızı tavsiye ederim. Burada altını çizmek ve hatırlatmak istediğim husus şu: AB, Türkiye ile bir sorun yaşadığı anda diyalog yollarını kapatıyor. Komşusu Türkiye ile konuşmuyor, ortak toplantı düzenlemiyor ve dışlıyor. Bunu da ‘kör gözüm parmağa’ misali gerçekleştiriyor.
AB-Türkiye ilişkilerinde ne Türkiye bir melek, ne de AB sütten çıkmış ak kaşık. Her iki tarafın da hataları yok değil. Keza Avrupa Konseyi ve NATO üyesi Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler alanında eksikliklerini gidermek üzere konsantrasyon ve irade sahibi olmaması, bu konuya odaklanamaması bir sorun teşkil ediyor. Her fırsatta bu konuyu hatırlatırım. AB’nin de en ufak bir gerilim veya krizde, 27 üye nezdinde iç politikada yaşanan sorunları bahane ederek Türkiye’yi yok sayması, sadece Ankara’ya değil, Avrupa Konseyi, NATO ve transatlantik ilişkilere de zarar veriyor. Zira Türkiye’nin, bölgesinde bulunan, AB’yi de doğrudan ilgilendiren, Ortadoğu, İran, Kafkaslar, Karadeniz, Rusya, Balkanlar, Afrika, Orta Asya, Doğu Akdeniz ve Avrupa-Atlantik ilişkileri konusunda kendi kerteriz ve zaviyesinden, rüzgarı almış olduğu yönden, elindeki harita, duba ve fenerlerin önemi var. Kolektif zeka sayesinde Türkiye’nin de AB dış politika mimarisinde bilgi ve tecrübe açısından önemli katkıları olabilir. Bunları yok saymak, dünya gücü olma peşinde olan ülkelerin bir marifeti olamaz.
Büyük devletler istiskal etmez, inkar etmez ve bir şekilde yüzleşir, diyalog yollarını açık tutar. Belki de ABD ile AB arasındaki en büyük fark bu. ABD, kapıyı hiçbir zaman tam kapatmıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın gayri resmi AB dışişleri bakanları toplantısına davet edilmesi bu açıdan önemli. Türkiye’nin AB ile kurumsal ilişkileri yeniden canlandırmak amacıyla nasıl bir projesi olduğunu, nasıl bir yol haritası tasarladığını açık bir şekilde dile getirmek için önemli bir fırsat. Çünkü bu yol haritasını hayata geçirmek için 5 yıllığına seçilmiş bir Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu var. Güvenlik kaygılarını göz ardı etmeden, temel hak ve özgürlükler ile liberal bir ekonomi politikasını eksen alan bir yol haritasının Brüksel’de kabul görmemesi mümkün değil.