Bir adet lahmacun fiyatının dahi manşetlere taşındığı Türkiye’nin rivierası! Bodrum; her anlamda iyisiyle, kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla, tatlısıyla, acısıyla hep gündemde. İnsan sevdiğini önemser; sevdiğine yapılan yanlışlara, haksızlıklara, ihmale, özensizliğe dikkat çekmeye çalışır; tatlı tatlı eleştirir…
Hani, “İnsan yaşadığı yere benzer. O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer. Suyunda yüzen balığa. Toprağını iten çiçeğe” diyor ya Edip Cansever. Bu sebepten insan yaşadığı yeri sahipleniyor/sahiplenmeli, önemsiyor/önemsemeli! Öylesine önemsiyor ki, O’nun canı yanınca senin de canın yanıyor/yanmalı! O çaresizce haykırdıkça, çare aramaya, çare bulmaya, yarasına merhem olmaya çalışıyorsun/çalışmalı!
Bodrum her sene bir önceki seneye oranla daha fazla darbe alıyor, canı daha fazla yanıyor. İnliyor, bağırıyor, yardım istiyor. “Bu iş böyle giderse, ben bu yükü mümkünü yok kaldıramam” diye yıllardır haykırıyor. Yolu yetmiyor, suyu yetmiyor, elektriği yetmiyor. Artık
Bodrum merkezin en güzel mevkilerinden biridir Paşatarlası. Bodrum kalesine nazır, şahane bir gün batımı izlemek için en doğru noktalardan biri. Ama gelin görün ki, özellikle yaz aylarındaki, istila sebebiyle bu pek mümkün olamıyor; zira tüm sahil geceyi yerlerde uyuyarak geçiren adamlarla dolu. Tüm sahil kuşatma altında. Çirkinliği ve çirkinliğin verdiği acıyı anlatmak pek mümkün değil. İnanın bana gözünüzde çıban çıksa bu görüntüden daha az acı verir. Bodrum’da temizlikten, güvenlikten sorumlu merciler bu manzaraları hiç mi görmüyorlar! Vallahi de billahi de çok merak ediyorum. Senelerdir durum böyle ve hatta her geçen gün daha beter oluyor. Üstelik ciddi bir güvenlik sorunu da var. Eski Halikarnas diskonun böğründeki alanda kümelenmiş bekriler var. Gündüzleri yatak olarak kullanılan banklar, belirli bir saatten sonra içki masası hizmeti veriyor. Güneş battıktan sonra bu bölgeden geçerken tedirgin olmamak mümkün değil. Bodrum’un
Aralık ayının yarısını geride bırakmış olmamıza rağmen hava sıcaklığı baharı aratmıyor. Bodrum’da denize giren çok sayıda insan var. Güneş pırıl pırıl parlıyor ama etraf son derece karanlık. Yo yoo güneş tutulmasından falan söz etmiyorum. Bu karanlığın sebebi “akıl tutulması!”
Güneş tutulması yılda sadece iki ile beş arasında gözlemlenebiliyor. Üstelik bunlardan en çok ikisi tam tutulma olabiliyor. Oysa akıl tutulması her gün, her an olabilen bir durum ve üstelik hemen hemen hepsi de tam tutulma!
Son iki-üç haftadan beri tüm Türkiye, 6 yaşındaki bir kız çocuğunun evlendirildiğinin ve cinsel istismara uğradığının ortaya çıkmasının ardından, kan donduran detayları konuşuyor. Bu nasıl olur diye sorgulamaktan bıkıp usandığımız ahlaksızlığın, sapıklığın, sapkınlığın kara bulutları çöktü üstümüze. Etraf karanlık… Bu vahim olay etrafında gelişen tartışmalar devam ederken, memleketin bir başka köşesinde babalarının isteği üzerine velayetleri babaanneye verilmiş ve bu cani babaanne tarafından aylarca, halısı bile olmayan boş bir odada,
Trafikte kırmızı ışıkta duruyorum; daha yeşile dönmeden, turuncu yanar yanmaz hemen arkamdaki araç korna çaldı; hem de uzunn uzunn... Kader bu ya bir sonraki trafik ışıklarında da arkama düştü. Yine aynı şeyi yaptı; turuncu yanar yanmaz bastı kornaya deli deli. Aslında bu tip korna bağımlısı olan bir sürücüyle ilk kez karşılaşmıyorum. Olur olmaz yerde kornaya yüklenen bir sürü bağımlı var. Eminim, siz de bunların gazabına uğruyorsunuzdur.
Özellikle büyük metropollerde çok var bu tiplerden. Bir acele, bir telaş… Bodrum; nüvesinde telaş olan söz konusu bu girdaba elini kolunu henüz tam anlamıyla kaptırmış değil. Hal böyle olunca, bu tür bir olayla karşılaştığında da şaşkınlığını gizleyemiyor insan.
Hayatın merkezinde telaş var. İşte telaş, okulda telaş, trafikte telaş, evde telaş, alışverişte telaş… İster bol vaktin olsun ister dar; ortada hep bir telaş var! Yüzyılımızın en kuvvetli ironilerinden biri işte bu telaş hali. Bir yerlere, bir şeylere yetişme çabasıyla hayatı yakalamak isterken asıl kaybeden biz oluyoruz. Baharda açan
Gri, kara bulutlu günler sizi kötü bir ruh haline mi sokuyor? Emin olun yalnız değilsiniz Etrafımızda, ruh hali kara bulutlara teslim olmuş bir sürü insan var; bir sürü insan, bu tip havalarda kendini mutsuz hissedebiliyor. Bir bezginlik, bir bitkinlik, bir uyuşukluk, bir gıcıklık değme gitsin… Endişelenecek bir durum yok zira bu fenomenin hem biyolojik hem de psikolojik açıklaması var. Vücudumuz, vücudumuzun çalışma sistemi ve psikolojik sistemimiz, yaşadığımız iklime paralel hareket eden bir ekip. İklim değiştiğinde onlar, onlar değişince de biz değişiyoruz. Özellikle güneşli yerlerde yaşayıp ışıltıya alışık olan insanlar, hava kapalı olduğunda kendilerini sıkıntılı hissedebiliyor. E, tabi bünye ve ruh, pırıl pırıl güneşe, cıvıl cıvıl günlere alışınca, hava kapalı olduğunda arıza verebiliyor. Ya da zaten arıza vereceği varsa, günahını bu havalara yüklüyor. Uzmanlara göre bu durum, vücudun havaya alışma sürecinden kaynaklı. Güneş ışığı, biz fanilerdeki bazı kimyasal maddelerin dengelenmesinde oldukça önemli yer tutuyor. Vücut, aldığı
Mümtaz Ataman Caddesi’ndeki kaos bitmek bilmiyor. Ara ara konuya değinip gelişmeler hakkında sizi bilgilendirmeye çalışıyorum. Maksadım, aylardır birlikte çektiğimiz çilenin akibeti hakkında son gelişmeleri aktarmak. Daha önceki yazılarımda bu çilenin ekim ayı sonuna doğru son bulacağından söz etmiştim. Maalesef öyle olmadı, olamadı, olduramadılar. Mevzu yılan hikayesine döndü!
Size aktardığım bu bilgileri tabi ki ilgili mercilere sorup soruşturarak yazıyorum. Ama gelin görün ki bu bilgiler, gözümüzün önünde cereyan eden gelişmelerle bir türlü örtüşmüyor. Söylenilen başka, gerçekleşen bambaşka. İşin en tuhaf ama en alışık olduğumuz tarafı ise herkesin topu birbirine atıyor olması. Aynı tekerleme gibi…
Tekerlemeler “Ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle kurulu konuşma” demektir. Bazen masallarda, hikâyelerde, halk tiyatrolarında, bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir. Türk edebiyatında ve Divan-ü Lügat-it
“Aşık olduğumuz topraklarda, hep birlikte, coşkuyla ‘Yaşasın Cumhuriyet’ demek dünyalar bedeldi. Teşekkürler Bodrum.”
Bu sözler dizilerin kötü ama diğer yandan da dünyanın en iyi adamlarından biri olan Kaan Çakır’ın. Kaan Çakır; oyunculuğun dışında aynı zamanda bir işletmeci. Bitez Köyü’nde son derece sade ve şık bir restoranı var. Abartısız şıklık nasıl olurun en iyi örneklerinden biri. “Kurul”, Gaziantep’in yerel lezzetlerinin minik ama modern dokunuşlarla servis edildiği bir ocakbaşı.
Ustası Kemal Karataş, has be has Gaziantepli. Kemal ustanın eli oldukça lezzetlidir; benden söylemesi. Haftalık toplantılarını yaparken Kemal usta, Kaan’a, “Kaan bey hadi gelin 29 Ekim’de biz de bir şenlik düzenleyelim” demiş. Kaan fikre bayılmış. “Şöyle kocaman bir döner sararım” demiş Kemal usta. Bitez Köyiçi’nin popüler mekanlarından bir diğeri Vamos cafe&bistro da bu fikre bayılmış, “Pizzalar da bizden” demişler.
Ardından, Ortakent sahilde en tatlı, en rahat, en hayvan dostu yerlerden
Her yeni günü, dolu dolu, şıkır şıkır, fıkır fıkır yaşamak lazım. Yeni gün demek ömürden gidecek bir gün daha demek. Kıymetini bilmek, hak ettiği değeri vermek gerekiyor. Gerekiyor gerekmesine elbet ama şartlar zorluyor insanı.
Gözümüzü, kulağımızı kapatıp, çenemizi tutarak, yani bildiğiniz üç maymunu oynayarak mı vereceğiz yenin günün hakkını. Akıl, fikir ve kalp arasındaki bağı umursamadan mı devam edeceğiz hayat yolculuğuna. Her şey tuhaf bir hal aldı. Hayatın hangi ucundan tutmaya kalksanız ya bir parçası elinizde kalıyor ya da diğer parçası canınızı yakıyor. Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, savaşlar, sapıklar, sapkınlar, yalancılar, fırsatçılar, düzenbazlar şaha kalkmış durumda. Hayvanları diri diri yakanlar, kadınları sokak ortasında öldürenler, insanları elinde döner bıçağıyla kovalayanlar, istediği şarkıyı çalmadı diye müzisyenleri katledenler ve daha saymakla bitmez bir dünya manyaklık elini kolunu sallaya sallaya gezer oldu. Gülen gözler, tebessüm eden yüzler gitti; deli gözü, deli bakışı