Aklın kendini bilmekle ilgili olduğunu belirten Psikiyatr Dr. Osman Seçkin, “İlişkilerde tüm canlıları, diğeri-öteki diye yok saymadan, şiddet içermeyen iletişim kurabilmek önemli. Karşımızdakini anlamaya çalışmalı, saygıyla değer vermeliyiz” diyor.
Her ay düzenli olarak farklı ve merak edilen konuları işlediğimiz, çok sevdiğim ve saydığım hocam Psikiyatr Dr. Osman Seçkin’le bu ay ‘akıl’ konusunu işledik. Sevinç Pastanesi Pazar Sohbetleri’nde, aklın oyunlarında kaybolduk. Herkese aklın ışığıyla dolu, mutlu bir Pazar dilerim...
- Aklın kullanımı, doğduğumuz anda başlayıp ölünceye kadar sürüyor. Bu süreçten ve aşamalarından bahsedebilir misiniz?
Merhaba sevgili Gözde, yeni sorularla söyleşimize devam ediyoruz. Akıl: Ar, akl devenin ayağına vurulan bağ; Farsçası: kustek (köstek), eski Türkçe: us ve ög; Arapçası: Akl’dan ma’kul. Akıl-lı/akıllı, Arapça anlamıyla ayağı köstekli deve; anlam genişlemesiyle akıllı, köstekli, uslu. Ratio nel anlamı-Latincesi: reor/düşünmek’ten; Grekçe anlamı: legein/seçmek’ten. Tüm bunların açılımı: Ayırt etmek. Aklın çoğul hali (akıllılar) ugaladır (aklın çoğul hali: ukala).
Akıl kavramının etimolojik kökenine değinmeden olmazdı. Yaşam, akıl/lar üzerinden oynanan bir oyunu andırıyor artık. Ve aklımızı yitirme, cinnet geçirme korkumuz evrensel. İnsan ayağa kalkıp konuşmayı da becerince diğer canlılardan ayrışıp bir büyüklenmeye girse de, kaybetme korkusu aklını da içeriyor. İnsanlaşma sürecimiz doğumla başlar ve tüm yetilerimizin çekirdeğini içerir. Doğan canlı olmaktan, annemizin ayrı bir varlık olduğunu ayırt ederek akli olmaya evriliriz. Giderek kendimize yakın bireyleri, nesne ve yerleri ayrımsarız. En son gelişen ayırt etme yetimiz ise, içinde bulunulan zamana ilişkindir. Bu süreç giderek somut, soyut, sosyal kavramlara doğru ilerler. Bu ilksel akıllanma sürecinde beynin dokusu da, kıvrımları da artar. Eğer ömür el verirse, bu gelişim belli bir yaştan sonra tersine döner. Bu tersine dönme de önce zamanı, sonra mekânı ve daha da ilerlerse kişileri kapsayacak biçimde ilerler. Yani akıl da doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.
‘Alışkanlık böceği’
- Peki hocam, aynı zekâ seviyesinde bir grup insanı ele alsak, en verimli ve en verimsiz kullananlar diye belirleyici ögeler olabilir m? Varsa bunlar ne olabilir?
Aynı anlak (zekâ) düzeyindeki insanların, bunu verimli kullanma konusundaki farklılıkları gerçektir. Anlağı, bir insan tekinin potansiyel limitleri olarak düşünürsek, ortaya çıkacak aklın -verimliliğin ne/ler olabileceğini eğitim-kültür-rastlantılar ve yaşantılama belirler. Genetik verili bir durumken, bunun işlenip akıl olması yaşamsal etkileşimlerle mümkün olur.
Haydi, İbn-i Haldun’u anımsayalım. ‘’Coğrafya kaderimizdir.’’ Ancak gerçek, her zaman daha fazlasıdır. Bu güzel sözün fiyaka perdesini kaldırıp baktığımızda yanıtım hem kabul hem mücadele ve de ‘değişmeyen, değişimin kendisidir’ derim. Önemli olan, bu tutumların doğru zamanda, uygunlukla eyleme sokulmasıdır. Ancak bu zamanlama ve uygunluğu kestirebilmek, insanın kendini tanıması, değerlerini seçip bilmesi gerekir. Bu ise tamı tamına, yaşam boyu gelişim demektir.
- Akıllı insanların sosyal duruşlarını maddelere dökebilsek neler söyleyebilirsiniz?
Zekâ kurnazlığa da, akıllı olmaya da evrilebilir. Zeki, başkalarını bilendir; kendini bilen ise akıldır. Sosyalleşme ile beslenmiş, olgunlaşmış bir zekâ salt niceliğiyle, kıvraklığıyla değil, anlayış ve anlam zengini olmakla ortaya çıkar. Benmerkezci bir zekâ, yalnızlığa ve illa ki kelinin görünmesine mahkûmdur. Ayrıca akıllarımız pazara çıkarılmış, herkes gidip kendi aklını almış derler. Ne de olsa ‘’İnsan, bir alışkanlık böceğidir.’’ Yine de akıllı insanların toplumsal duruşları için, 1. Kendilerini karşısındakinden ne üstün ne de aşağıda görmek, 2. Hatalarının olduğunu ve olabileceğini, kendini olumlu ve olumsuz yanlarıyla kabul etmek, 3. Karşısındakinin ne(ler) hissettiğini anlayabilmek, buna saygıyla değer vermek, 4- İlişkilerinde, tüm canlıları, diğeri-öteki diye yok saymadan, şiddet içermeyen iletişim kurabilmek, doğacı olabilmek nitelikleri erdem olarak sıralanabilir.
‘Hakikati dert etmek’
- Aptallıktan söz edelim biraz da... IQ düşük değil ama aptallıkları çok. Size göre aptallık nedir?
İyi akıl, iyi beyin gerektirir. İyi akıl; hakikati dert etmekle, yaşamsal sorularla karşılaşmakla beslenir. Aptal... Abdal, ar, bedil (karşılık, adanan nesne). ‘’Aptallık ile deha arasındaki fark, dehanın sınırlarının olmasıdır.’’ A. Einstein. Akıl etmek ile akla uydurmak farklıdır.
Aptallar, ne bağışlar ne unutur. Saflar, hem bağışlar hem unutur. Akıllılar, bağışlar ama unutmaz. Köylü de akıllıdır, ancak köyde akıl paslanır. Belki bu yüzden köylü kurnazı deyimi çıkmıştır. Aklın sarkacı, doğru ile yanlış arasında değil, anlamlı ile anlamsız arasında gidip gelir. Sokma akıl, akıl değildir. ‘’Aptallık, yama kabul etmez.’’ Rumi
Zekâsı düşük olmayan kişilerdeki aptallıkların temel nedenleri, ruhsal dayanıksızlık ve bozukluklardır. Bunlar da, insanların zihinlerine gelenleri değerlendirirken inanç, yanlılık, duygu ve hatta vücut belirtilerinden bazılarını farkında olmadan abartılı kullanmasına, kendisinden beklenmeyen sonuçlara varmasına yol açar. Sıkça andığım bir söz der ki: ‘’O kadar akıllı ki, aptallığı da kimseye bırakmıyor.’’ Yani abartılan her bir şey, tersin(i)e de taşıyor. Akıllılar arasında deli, deliler arasında akıllı olmasını bilmek de mümkün.
- Eğitim şart ama her eğitimin aklı geliştirdiğine inanıyor musunuz?
Elbette eğitim-öğretim, evrensel temelde, toplumsal renklerle ve uygulamalı verilmelidir. Haksız sorgulara, karanlıklara itilmeyen, işsiz güçsüz kılınıp yok sayılmayan, soru sorabilen, başı dik, yüce gönüllü, gözleri enginlere bakan gençlerimiz için ‘’Manevi mirasım bilim ve akıldır’’ diyen Atatürkümüzü hiç unutmadan. Saygım ve sevgilerimle...