Mektup geldi Gebze’den. Hiç mektup aldınız mı cezaevinden? Ya da biraz daha daraltarak sormak lazım:Hiç mektup aldınız mı cezaevindeki bir siyasiden? Mümkünse alınız. Bulmaca çözmeyi seviyor, boşlukları zihninizden dolduracak yaratıcılığı kendinizde buluyorsanız, mutlaka...
19 Aralık karanlığının en hazin öykülerindendi, bedenleri yakılanlar.
2000 yılıydı, operasyonların hemen öncesindeydi.
Cezaevinden bir karar bildirildi:
“Operasyon yapılırsa yakacağız kendimizi.”
Söz vermişlerdi, yapmayacaklardı operasyon, bitene kadar aydınların görüşmeleri ve insan hakları standartlarına uygun hale getirilene kadar cezaevleri.
O sırada planlıyorlardı.
O sözlerden 3 gün sonra yaptılar.
Ölen mahkumlardan çok azı hakikaten yaktı bedenlerini.
Diğerleri mi?
Devlet yaktı.
Adli Tıp raporlarıyla sabittir, bombalar ve özel sıvılarla yaktılar, “Kendimizi yakarız” sözünün arkasına saklanarak, kendisine emanet edilmiş bedenleri.
Ama inatçıdır gerçek ve iyi anımsamaz gerçek bir tarih zalimleri.
***
Mektup geldi Gebze’den.
Hiç mektup aldınız mı cezaevinden?
Ya da biraz daha daraltarak sormak lazım:
Hiç mektup aldınız mı cezaevindeki bir siyasiden?
Mümkünse alınız.
Bulmaca çözmeyi seviyor, boşlukları zihninizden dolduracak yaratıcılığı kendinizde buluyorsanız, mutlaka.
“Gereksiz marş söylemek.”
Böyle yazıyor mektupta.
Disiplin cezası vermişler, gereksiz marş söylediği için Gebze Kadın Cezaevi’nden yazan Zeynep Gonca Karakoç’a.
Gereksiz slogan da atmış.
“Tecrit işkencedir”, “Tecride son”, “Kahrolsun emperyalizm”, “Kahrolsun faşizm” demiş, yazmışlar büyük satırlarla.
“Baskılar bizi yıldıramaz” da demiş, nasıl yılmazsın diye almışlar telefon ve ziyaretçi hakkını da.
Mektup yazayım o vakit demiş Karakoç.
Belki sesimiz duyulur da anlaşılır disiplin cezalarının hafifliği ve anlamsızlığı.
Ya da belki net anlaşılabilir, bir marşın veya sloganın ne zaman gerekli olduğunu bir devletin nasıl kararlaştırdığı.
“14 yıldan bu yana........”
Yok cümlelerin sonrası mektupta.
“tutarak...” ifadesiyle bitiyor o kısım, anlayan olursa.
Ve kocaman bir tükenmez kalem izi mektubun tam ortasında:
“Burası sakıncalı görüldü.”
Arkaya çevirdiğinizde büyük bir boşluk.
Zımbalanmış küçük bir kâğıt sonra.
Sakıncalı görüp hepsini kapatmışlar da sakıncasız üç cümleyi yırtıp kâğıttan, iliştirmişler mektuba zımbayla.
***
Tutanak tutulmuş mektupla ilgili.
İmzalar var altında koca koca.
Müdür, psikolog, öğretmen, baş memur.
Oturup değerlendirmişler, gerekli ve gereksiz marşlara, sloganlara karar vermişler, sakıncalı ve sakıncasız mektupları tek tek tasnif edip, ilgili cümlelerin üzerini beyazla gizlemişler.
Ne garip “sakıncalı” bir hali beyazla gizlemek.
Eskiden üzerini çizerler, altındakini okumaya çalışırdık oysa.
Taktikler değişiyor elbette.
“Belki boyarsak üzerini, kapatır diye gerçekleri, en temiz renk, beyazla...”
***
Şikâyetçi olmuş hem cezalardan, hem mektup yasağından Karakoç.
Değişmemiş sonuç.
Bıkmamış, bu kez anlatmış yasakları, sakıncalı mektubu ve verilen kararları bu kez bir kartla.
Ucunda bir yeni yıl armağanı, bir el yapımı kitap ayracı.
Topraksız avluda yetiştirilen karanfilden kurutma.
Sakıncalı bulunmamış ne hikmetse.
Karanfil, gayet sakıncalıdır oysa.
***
Sakıncalı görülmeyen kartta anlatmış suçlarını Karakoç:
“Grup Yorum konseri düzenlemek, bununla kalmayıp konsere gitmek, sakıncalı toplantılara katılıp, sakıncalı sloganlarla, sakıncalı pankartların arkasında yürümek.”
Eğitim Fakültesi okuyormuş, duruyormuş kaydı hâlâ.
2 yıldır yatıyormuş, bilmiyor tam olarak ne zaman çıkacağını da.
Öyle yazınca ürkütücü duruyor ya, büyük büyük cümleler yazmışlar mektup sansürü ve cezalara yaptığı itirazlarının karşısına:
“Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup yazılmışsa gönderilmez.”
Bir de mektupla ilgili ilk talimat var kararın eki:
“Çizerek gönder.”
Belki eklemelilerdi iki ve daha gerçek kelime daha:
Çizerek gönder, “kalplerinin üzerini”.
***
Gerçekle bağı koparılmış ve korkutucu masallarla donatılmış ülkelerde, adettir, büyük bir düşman icat edilir ve cambaz gösterilirken, işler halledilir.
Gelenektir; “anarşik” ve sakıncalı ve komünist ve vatan haini ve Kürt ve Alevi ve öğrenci ve kadın ve ateist ve eşcinselse karşındaki, gereksiz yere konuşuyor, belki bazen slogan da atıyorsa, en gizli yerlere hapsedilir.
Mektupları engellenir, telefonları kesilir.
Demokratikleşme, sokağa başını uzatmayan, zaten anadilinde konuşup yazan, vicdani reddi olmayan makbuller içindir.
Kalanların hakları, hepsi aynı fikirdeyse ve en ufak bir fikir ayrılığı yoksa, 50 yıl süren çalıştaylarla halledilir.
Ama bir karanfil, topraksız avluda kurulmuş bir karanfil.
Üzerini çizip, boyasan da beyaza, bir karanfille, bin bir dilde marş söylenir.