12 Eylül’ün üzerinden bir ay geçmemişti ki emniyetten, “Bizi arayın” yazılı bir kâğıt geldi kitabevine. Muzaffer Erdost, hemen aradı, karşıdaki ses kibardı: “Buraya gelmeniz gerekli.” “Bir hafta sonra gelsem” yanıtını verip, “Elbette” yanıtını alınca azaldı içindeki endişe. Bilemezdi ki hep küçük bir aydınlık olurdu karanlık tünellerin girişinde
Gelip de anlattığınızda günlük yaşamınızdaki dertleri büyük büyük zulümler gibi, yüzünüze boş bakarlar.
Küçümsediklerinden ya da kıyaslarından değil, anlamadıklarından.
Yaşadıkları gerçek, bir dönemi öyle ideolojik alaycılıkla geçiştirip de kendi parmağı kanadığında alabildiğine bağıranlardan farklıdır.
Onlar acıyı; gülerken gözleri dolu, sevinirken suçlu, kalplerinin üzerine konmuş yaralı ve kanat çırptıkça ölecek bir kuş gibi yaşarlar.
***
12 Eylül’ün üzerinden bir ay geçmemişti ki emniyetten, “Bizi arayın” yazılı bir kâğıt geldi kitabevine.
Muzaffer Erdost, hemen aradı, karşıdaki ses kibardı:
“Buraya gelmeniz gerekli.”
“Bir hafta sonra gelsem” yanıtını verip, “Elbette” yanıtını alınca azaldı içindeki endişe.
Bilemezdi ki hep küçük bir aydınlık olurdu karanlık tünellerin girişinde.
Bir hafta sonra gitti, hiçbir şey o kadar kibar değildi.
Gelip kendisinin ve kardeşi İlhan’ın evini aradılar.
Aradıklarını İlhan Erdost’un evinde buldular.
Buldukları kitaptaki isim bazen bir duvar yazısıydı, bazen bir örgüt bülteninin kapağı.
Engels’in, “Doğanın Diyalektiği”ni hemen tutanak altına aldılar.
Elinde sıkıyönetimin “yakalama” kararını sallayan komiser, kararda yazılı, “Delil bulunmadığı takdirde derin uygulama yapın” talimatını gösterdi:
“Ağır işkence yapın demektir bu ama yapmayacağız” diye gururla ekledi.
Mamak’ta sonbahar
İki kardeş 4 Kasım’da gözaltına alındılar. 7 Kasım’da askeri savcılık emriyle tutuklandılar.
Mamak Cezaevi’nde sıraya sokuldular girer girmez içeriye.
İlk dayak, diğer bütün getirilenlerle birlikte.
Bir gardiyan gelip de işaretleyip iki kardeşi, “Özel kişilere benziyorlar ama biraz sonra özellikleri kalmayacak” dediğinde, gruptan ayırdılar.
Arkası geniş bir araç yanaştı bekletildikleri yere.
Arkaya bindirilen 4 askerden ikisi Muzaffer’i, ikisi İlhan Erdost’u dövmeye başladı arabanın içinde.
5 dakikalık yol 25 dakikada bitti.
İndiklerinde yeniden dayak başlıyordu ki İlhan Erdost atıldı:
“Küçük kızımı uyandırmadan geldim, dövmeyin daha fazla.”
Durmadılar, 3 asker birden yönelmişti İlhan’a, yere kapaklandı.
Muzaffer Erdost, atılıyordu ki kardeşine, “Kendi kalkacak” emriyle kollarına yapışıldı.
Kayıt kısmına getirildiklerinde, artık ayakta duracak halleri kalmamıştı.
“Sol görüşlü” diye alındıktan sonra kayıtları, yeniden bahçede dayak başladı.
Bahçeye kanı örtsün diye olacak, ekilen güller, karanfiller karanlığa kapandı.
Bıraktıklarında, İlhan Erdost, yerde, tam o çiçeklerin yanındaydı.
Su istedi Muzaffer Erdost, getirmediler.
İlhan Erdost, güç bela yerden kalktı.
Koğuşa getirildiklerinde cama yanaştı, gözleri, paltosu, yüzünün her tarafı kanlıydı.
Ağabeyine baktı, “Başım dönüyor” diye mırıldandı, bir iki adım attı, cinayetin adı Mamak’tı.
Muzaffer Erdost’u ayrı bir yere götürdüler, iğnenin etkisi geçince kardeşini sordu.
Askeri savcının önünde gördü, “öldü” yazan belgeyi.
10 Kasım’da öğrendi herkes, Atatürk’ü anma mesajlarından sonra yayımlanan küçücük bir bildiri; “kafasına gelmiş, direndiği bir askerin dipçiği...”
11 Kasım’da Muzaffer Erdost bırakıldı.
Kardeşini almıştı vatanını çok sevenlerin bulduğu Engels kitabı.
Yazmaktan da anlatmaktan da hiç yorulmadı.
Yargılanan askerler astsubayın, “Analarını ağlatın” emrini anlattılar duruşmalarda. Karşılığı; astsubaya “ihmalden” ertelemeli 6 ay ceza.
Erdost kardeşleri dövmeye gönüllü erlerin cezası, bir parça daha ağırdı oysa.
İlhan Erdost, 7 Kasım 1980’de Mamak Cezaevi’nde öldürüldü.
Eşini, biri 2.5, diğeri 5.5 aylık kızlarının büyümesini göremedi.
Gül Erdost ve kızları, 34 yıl önce, 36 yaşında öldürülen bir güzel adamın adını yaşatmak için büyük bir ömür verdi.
Her 7 Kasım’da, her yıl sonbaharda, Mamak’taki o bahçedeymiş gibi yediler aynı darbeleri.
Hâlâ yargılanmadı
Darbe döneminde, “kahraman” pozlar verip, sonrasında ortaya çıkmaktan fazlaca endişeli cezaevi komutanı Raci Tetik, bekletiyor hâlâ, referandumdan sonra, “Bütün işkenceci ve darbeciler yargılanacak” umuduyla bekleyenleri.
Darbecilerin yargılanmasını engelleyen yasanın kalktığı 2010’dan ancak 2 yıl sonra sorgulanabildi.
Yurtdışında denilen komutan, İstanbul’da gayet huzurlu bir huzurevinden Meclis’teki bir vekile seslendi:
“Kılığınızdan belli ne mal olduğunuz.”
Sonrasında savcı da sorguladı, İlhan Erdost öldükten sonra, “Ben tüm tutukluların kaba etlerine vurun talimatı vermiştim” diye kendini savunan ve savunması yerinde bulunan Tetik’i.
2 yıldır dosyası açık bekliyor.
Ölürse dosya kapanacak, ölmezse yaşlılıktan kurtulacak.
Çünkü, “Yüce amaçlara hizmet edenler cezalandırılırsa, bir daha hizmet edecek kimse bulunamaz”dır devletin fikri.
Muzaffer Erdost, isminin yanına bir de İlhan’ı aldı. Ankara’daki, “İlhan İlhan Kitabevi” hiç kapanmadı.
Ve kardeşine o karanlığın yok edemeyeceği şiirler yazdı:
“...İlhan’ın paltosu kanlı/Alazlanmış tüter canı/Düşmüş omuzdan kolları
İlhan İlhan, İlhan İlhan/ Sular çavlan kuşlar pervan/ Gittin mi can gittin mi can.”