Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Güpegündüz, yol ortasında ensesinden tek kurşunla öldürülen 46 yaşındaki Kadri Bağdu, basın emekçilerindendi. Hayattaki tek geliri, sattığı gazetenin fiyatının yüzde yirmisi... Kimi zaman, gazete sattığı Adana Şakirpaşa Mahallesi’nde pazar kurulduğunda, birkaç gazete fazla sattı mı, günde 30 lira kazanabilirdi...

Kobani öfkesinin doruğa çıktığı saatlerde, herkes kendi kampına ayrılmışken, sosyal medyada bir de “beyaz toros” kampı vardı.
Yeniden sokaklara dönmesini istedikleri o araca duydukları hayranlığı açık açık ifade edenler.
Bir evin basılıp, içerideki çocukların kafalarının taşla ezilip aşağıya atıldığını söyleyenlere küfredenler vardı.
Ya da o evde, korku filmlerinde bile görülemeyecek dehşetle öldürülen Yasin Börü’ye üzülürken, sınırı babasının elini tutarak geçmeye çalışırken öldürülen 8 yaşındaki Beşir Remezan Arif’e küfredenler.
Ya da bir çocuğun ölümünün mukaddesliğini vurgulamak için, “Elinde taş yoktu” diyenler vardı, taş atan bir çocuk ya da bir insan ölümü hak ediyormuş gibi.
Benzemekten korkmayanlar vardı.
Ya da gerçek bir barışın, bir çocuk öldüğünde, ölenin tarafına bakarak değil katilleri bularak sağlanabileceğini hiçbir zaman anlamayanlar.
Beyaz toros, Uzi, domuz bağı ya da enseden tek kurşun.
Bu ülkede faili işaretlemek için cinayete imza atarlar.
***
Güpegündüz, yol ortasında ensesinden tek kurşunla öldürülen 46 yaşındaki Kadri Bağdu, basın emekçilerindendi.
Hayattaki tek geliri, sattığı gazetenin fiyatının yüzde yirmisi.
Kimi zaman, gazete sattığı Adana Şakirpaşa Mahallesi’nde pazar kurulduğunda, birkaç gazete fazla sattı mı, günde 30 lira kazanabilirdi.
Sabah, gün ışımadan uyanır, namazını kıldıktan sonra bisikletine atlar, matbaadan gazeteleri alır, önce abonelerinin kapısına bırakırdı.
Aboneleri bitirdikten sonra neresi kalabalıksa Bağdu oradaydı.
Son gazete dağıtıcılarındandı.
Herkes bastırıp, bir de yardım edince kolay çalışırım diye bir motor da almıştı ama bisikletinin yerini tutmadı.
1998’de dağıtmaya başladı gazeteleri bisikletiyle.
Öldüğünde de yanında bisikleti vardı.
***
Oysa, hikâye böyle başlamamıştı.
Yazları rüya gibi, kışları karlı Siirt Pervari Erkent köyünde, her mevsim uzaktı.
Hayvanlarını güder, sadece ailenin geçinmesine yeten arazisini babasıyla birlikte işler, yaşar giderdi.
Köyü için geç, modern zamanlara göre çok erken evlendi.
Daha çocuklarını sevememişti ki, “emir” geldi.
Her köy bir tarafı seçmeliydi, koruculuğu kabul etmemişlerdi. Öyleyse köy, oradan gidecekti.
Hayvanlarından, toprağından başka bir mesleği bilmezdi.
Ailesini aldı, önce Mersin’e gitti. Ekmek bulamayınca orada, Adana.
Elinde avucunda ne varsa satıp, bir arsaya ortak girdi.
Tek tek taşıyıp kiremitleri, hiçbir zaman, “imar” alamayacak olan evlerden birini inşa etti.
Hamallık yaptı, torbalara çeyizlik malzemeler koyup sokak sokak sattı.
Mahallesinde hemen herkes, “oralı” olmayanlardandı. Hepsinin köyleri çok uzakta kalmıştı.
Eylem olunca katılırdı, üç kez tutuklandı, birinde 2 yıl hapis yattı.
Hepsinde beraat etti, üstelik tazminat kazandı.
Eyleme katılmaktan başka eylemi olmamıştı.
O cezaevindeyken, yerine gazete dağıtanlara, aboneler bile, “Kadri’nin gazetesi mi?” diye sorardı.
O mahallede Kadri, gazetenin adıydı.
Ama bitmiyordu olanlar, yetmiyordu ki bir eylemden sonra eşi de tutuklandı.
3 ay tutukluluktan sonra beraat etmesi garip gelmemişti, tutukluluk ve beraat artık aile için bir alışkanlıktı.
8 çocuğu vardı.
En küçüğü, Kadri Bağdu öldürüldüğünde, 15 yaşındaydı.
Bir sabah ansızın çıkıp dağa giden ve bir daha haber alamadığı çocuğunun cenazesi gelmişti bir akşam.
Diğer çocuklarının ise çocukları da olmuştu. Çok seviyordu torunlarını.
Bir hayali vardı.
Bir gün, bütün bu çatışmalar bütünüyle bittiğinde, gidip köyündeki topraklarına kavuşacaktı.
Sırf bunun için, silahlar sustuğunda köyüne kadar gitmiş, arazilerinden geriye bir şey kalmadığını söyleyenleri dinlemiş, kimlerin boşaltılan köydeki arazilerini işlediğini tek tek tespit etmişti.
Elbet bir gün dönecekti.
14 Ekim’de öldürüldüğünde, her gün yaptığı gibi, gazete dağıtıyordu bisikletiyle.
Sıcak bir çay içmek istiyordu, saat 09.00 sıralarında ensesinden tek kurşun girdiğinde.
Yatarken Şakirpaşa’nın o ana caddesinde, köyü artık çok uzaktaydı.
***
Hotel Rwanda filminde, komşuların birbirini katlettiği ülkedeki vahşet görüntülerini çeken kameraman sorar muhabire: “Yetiştirebilir miyiz bültene”:
Ve yanıt verir muhabir:
“Yetişse ne olacak? İnsanlar bu görüntüleri gördüklerinde, ‘ah tanrım, ne korkunç’ diyecekler ve yemeklerini yemeye devam edecekler.”
Devam ettiler.
Ve şimdi de burada, büyük bir yemek masasının etrafında, ölümlerden ölüm beğenerek, öfkeli öfkeli yeniyor tüm yemekler.