Küçük Besna koşuyordu, kalbi duracak kadar hızlı atıyor ama daha o çocuk aklıyla koşmayı bırakırsa bir daha yakalayamayacağını biliyordu.
“Sakın yorulma” diye sımsıkı tutup kalbini, hayatının en uzun, en yorucu, en çaresiz adımlarını atıyordu.
Ayakkabısız ayaklarının acısını hissetmiyordu.
Biliyordu, babasını götüren o “Beyaz Toros”u tanıyordu.
Perili hikâyeleri birbirine anlatıp da kâbus gören çocuklardan farklıydı korkunç rüyaları.
Karanlıktı, Beyaz Toros’tu, dönmemekti kâbusları.
Bir daha hafızasından silinmeyecek o gülüş, birkaç saniye önce gözbebeklerine kazınmıştı.
O gülümsemeye karşılık vermenin bitmeyecek suçluluğu, daha o dakika o küçük omuzlarındaydı.
Bir an tökezledi, gözyaşları artık gözyaşı birikintisiyle çamura dönmüş topraktaydı.
Annesi hâlâ koşuyordu, bağırdı çaresizce, “Sen de gitme anne”.
Annesi dönerken, Besna artık bitmeyecek bir karanlıktaydı.
İstanbul’a göç
Fehmi Tosun, sahipleri gayet belli o Beyaz Toros’la götürüldüğünde, takvimler 19 Ekim 1995’i gösteriyordu.
Diyarbakır Lice’de doğan bir olağan şüpheliydi Fehmi Tosun.
Yaşamı değişti 1991’de, bültenlere göre stratejik önemde bir köy baskınıyla.
Kocası tutuklandıktan sonra bile baskınlar bitmeyince, Hanım Tosun, alıp çocuklarını Diyarbakır’a göç etti iki yıl sonra.
Geri döneceklerdi ama evlerinin yandığını öğrendiler, “nasıl çıktığı hiç anlaşılamayan” bir yangınla.
Fehmi Tosun, çıktığında, tehdit edilmediği bir başka yaşam vardır belki diye taşıdı ailesini İstanbul’a.
“Beni öldürecekler”
19 Ekim 1995’te Tosun ailesinin yaşadığı evin önüne bir Beyaz Toros geldi. Eve gelen kızı, oğlu ve yeğeni, Fehmi Tosun’un eli telsizli adamların yanında bahçeye girdiğini gördü.
Daha 12 yaşındaki Besna, gülümseyen telsizli adamı görüp, babasının arkadaşı sanarak gülümsedi istemsizce.
Eve çıkıp, “misafirlerimiz” var deyince, annesi Hanım Tosun cama çıktı.
Fehmi Tosun yere atlayıp, “Beni öldürecekler” diye bağırmaya başladı, eşinin gördüğünü görünce.
Bağırmasıyla arabaya konulması bir oldu.
Hanım Tosun ve çocukları aşağıya inene kadar araba kapıları açık hareket etmişti.
Hanım Tosun, bir yandan, “Plakasını alın” diye bağırıyor, bir yandan da çocukları, akrabaları ile birlikte koşuyordu.
Araba uzaklaştı, ama plakayı çevredekiler almıştı.
Hemen Avcılar Emniyeti’ne gittiler, ertesi gün DGM’ye, ertesi gün Gayrettepe’ye.
Okuma yazması yokken nasıl plakayı alabildiğini sordular önce, sonra bildiklerini anlatmasını istediler, “Yazıktır, adam kaybolmasın” tesellileriyle.
3 gün sonra hava değişti.
Önce DGM dilekçesini iade etti, sonra dilekçeleri bir bir geri çevrildi.
Kabul eden savcılıktan da eline sadece bir soruşturma numarası verildi. İHD’ye gitti, avukat tuttu bulmak için eşini. Birkaç ay geçmişti ki bir telefon geldi, sonra birkaç el silah sesi. Hanım Tosun, telefonun diğer ucunda ne olup bittiğini hiçbir zaman öğrenemedi.
“Benim annem cumartesi”
Sonra, bir cumartesi sabahı, tutup küçük Besna’nın elini, Galatasaray’a gitti.
20 yürekli kadının kayıplar için daha o yıl başlattığı eylemlere, elinde Fehmi Tosun’un silik resmi.
Onlarla ağladı, birlikte dayak yedi ama her cumartesi gitti, diğer bütün anneler ve çocuk olamadan, “Cumartesi Annesi” olan çocuklar gibi.
2003’te, AİHM başvurusuyla ilgili devletten haber geldi.
“Anlaşalım” diyordu Türkiye Cumhuriyeti. “Dostane çözümle” davanın kapatılmasına karar verildi. Devlet, “Kaybolmadan dolayı üzgündü, soruşturmanın eksik yapılmasından dolayı daha üzgün”.
Türkiye, 40 bin euro tazminat ödemeyi gönüllü olarak kabul etti.
Zamanaşımına 1 kala
Soruşturma ise hiç bitmedi.
Dünyanın tanıdığı U2 grubu, bir albümünün kapağına, “Kaybedilen Fehmi Tosun’u unutmayın” diye yazıp duydu da seslerini, tazminattan sonra bir daha sorma gereği bile duymadı devlet Fehmi Tosun’u akıbetini.
Sadece 1 yıl sonra, “zamanaşımı” mührünü vurup dosyasına, silecek devlet geçmişini.
1800 liralık borç
Ama kayıp da olsa elbette her vatandaş için devlet borcu bir vatandaşlık ödevi.
Kaybedilişinin 17. yılında, devlet Fehmi Tosun’un yeni sisteme göre 1800 TL’lik SGK borcu olduğu kâğıdını gönderdi.
Aile, o borcu ödemedi.
Hanım Tosun, bu yüzden yok edilen kocasının sağlık sigortasından bile faydalanamıyor şimdi.
27 Mayıs 1995’te ilk kez gelmişti Galatasaray Lisesi’ne Cumartesi Anneleri.
Dün, 500. haftaları doldu lisenin önünde.
Besna Tosun da oradaydı, bir elinde karanfil, bir elinde 36 yaşında yok edilen dedesini hiç göremeyen daha 6 yaşındaki oğlu Devrim’le.
Besna, hâlâ, o arabanın ardından koşarken düştüğü yerde. O anneler ve çocuklar ise günlük güneşlik alanlarda sadece onların akıllarında kalanları arayan birer “körebe”.
Bir gün açılırsa ülkenin göz bandı, anlatılacak hikâyeleri.
Kimin kahraman, kimin korkak olduğu bilinsin diye.
95’te bir cumartesiden gelecekteki bir cumartesiye.