Efendim aylardır yapılıp duran "turizm patlayacak, kriz bitecek" şeklindeki açıklamalar sonunda esnaf üzerinde etkili olmuş ki belediyesinden otel işletmesine, restoranından marinasına kadar herkes turizmin paçasına asılmış durumda.
Yalnız ortada şöyle bir yanlış var ki, paçasına asılacak turist olarak beni bellemişler anlaşılan.
Nasıl mı? Sabırlı olursanız anlatacağım ama önce mavi turcuğun sefer notları ile başlasak fena mı olur?
***
Efendim, Bodrum-Kos arası boğaz oldum olası eser.
Deniz her yerde cam gibi olsa bile orada iki-üç metre dalga her zaman vardır.
İşte bunu düşünerek Datça’ya denizden yapacağım yolculuğun çoluklu çocuklu olan kısmını araba ile hallettim. Onlar Datça’ya araba ile yola çıkarken ben Fikret Kızılok’un deyişiyle "pas tutmayan kadınlardan" olan eşimle beraber tekne ile Bodrum’dan denize açıldım. (Not: Teknesinde yaşayan Fikret Kızılok, Yener Süsoy’la yaptığı röportajda Türk kadınlarının denize karşı dayanıksız olduğunu söyleyerek paslanmaz bir kadın bulursa yeniden denizlere açılacağını söylemişti...)
Hedef Datça’nın kuzeyindeki Körmen Limanı...
Biraz açılınca denizin de keyfi açıldı. Arkamızdan Taksim’deki The Marmara Oteli büyüklüğünde üç metrelik dalgalar geliyor, bizi şööyle üç apartman yüksekliğe kadar havalandırıp güm diye denizin dibine indiriyordu.
Eşim "Bu havada denize açılıp Körmen Limanı’na varacağına inanması için insanın kör olması lazım" diye söylenip duruyor durmasına ama ben aynı fikirde değilim. Dümene Enis Öksüz’ün koltuğuna yapıştığı gibi yapışmışım. Dümen tutup dümenin boşunu alarak tekneyi ayakta tutmaya çalışıyorum.
Titanik gibi karşılandık
Bir-iki saat aradan ve birkaç tehlikeli yalpadan sonra Körmen gözüktü. Nasıl yattıysak, kıyıdakilerin söylediğine göre teknenin 2 metrelik salmasını göstererek limandan içeri kapağı zor attık.
Herkes buzdağına çarptıktan sonra Amerika’ya varmayı başaran Titanik misali kocaman gözlerle karşılıyor bizleri.
Körmen’deki Balıkçı Hüsnü’nün personeli ise her zamanki gibi güler yüzlü ve sevimli...
Bağlandıktan sonra bir yorgunluk kahvesi içiyoruz Hüsnü’nün yerinde. Yan teknelerden geçmiş olsuna geliyorlar. Ben önce hükümet devrildi sanıp "hepimize" diyorum ama meğer bizi uzaktan gözlemişler, hatta aralarında limana varıp varamayacağımız konusunda bahse girenler bile olmuş.
Örneğin Deep Sea adlı Bozburun imalatı teknesiyle üç gündür eşi ve çocukları ile Körmen’de bekleyen Levent Danışman "En az bir hafta daha buradasınız, hoşgeldiniz" diyor sırıtarak.
"Aman bre nasıl olur daha Knidos Burnu dönülecek de Hisarönü’ne gidilecek. Otele rezervasyonumuz var" diyoruz ama herkes Levent’le aynı fikirde. Burada "Deniz bir haftadan önce yol vermez" diyorlar.
Eşim ertesi gün yola çıkma önerisine "Ben avukatımı göndereyim, istersen onunla çık" diyerek itiraz ediyor. Çaresiz, Datça’daki evlerinin yolunu tutuyoruz.
İnternetteki Poseidon hava durumu sitesine göre herkes haklı. Hava bugünkünden bile daha sert olacak gibi birkaç gün.
Fakat gene de içime bir kurt düşüyor. Asistanım Turan’ı erkenden uyandırıyorum. "Hadi oğlum biz bir Knidos Burnu’nu dönmeyi deneyelim" diyorum.
Saat 05.00’te Körmen’e gidiyoruz ki herkes ayakta...
Alt tarafı batarız abi!
Fırtına iyice azmış, gece demir taramışız, gecenin bir vakti bizden sonra limana giren Petek teknesindeki dostlar bizimkini zor bela kurtarmışlar.
Biz "Çıkalım" diyoruz, Levent "sakın ha" diyor, Petek’tekiler ise "ne var ya fıstık gibi hava?" deyip dalga geçiyorlar bizlerle.
Teknenin sahibi Murathan Kaynak eşi ve çocuğu ile Marmaris’e geçmeyi düşünüyor.
Teknede bir de 10 yaşından beri yelkenci, Ali adlı hiperaktif arkadaşları var.
Zaten çıkalım önerisi de genel olarak Ali’den geliyor.
Saat 10 gibi demir alıyor Petek.
Telsizden açıktaki durumu bize bildirecekler. Biz de gidip gitmemeye karar vericez.
On dakika sonra Ali’den "Dört metrelik dalgalar var ama hava yelkene müsait, fıstık fıstık" şeklinde bir telsiz anonsu alıyoruz. Levent ise "Sakın çıkmayın oğlum, sen memlekete lazımsın" diye başka bir anons gönderiyor.
Aslında bir nevi kara Laz’ı olan benim asistan Turan da "Çıkalım abi. Alt tarafı batarız" deyip duruyor. (Laz dedim ya...)
Demir aldık, motor yelken saldık kendimizi Gökova’nın dalgalarına.
Küçük bir parça cenova (ön yelken) açtım ki teknenin burnu havalansın. İşe yaradı.
Sadece yelkenle seyreden Petek ise Knidos Burnu’nu yakalayabilmek için iyice kuzeyi tuttu. Neredeyse Bodrum’a cee diyecekler.
Biz ise kıyı kıyı ve motor yelken gittiğimizden epey fark attık onlara.
Sert dalgalar da bir süre sonra sakinleşti. Tekir Burnu ve Deveboynu arasında biraz yan dalga yaptıysa da burnu dönünce dalgayı ve rüzgarı arkamıza aldık. Petek bu arada sadece yelkenle bize yetişerek yemek molası için Knidos’a girdi.
Biz Datça’nın yolunu tuttuk. Akşamüstü beş gibi Datça’nın deli meltemi karşıladı bizi.
Biraz zorladı ama tahta iskeleye bağlandık güç bela. Bağlanır bağlanmaz da belediyenin görevlileri geldi.
"Abi 15 milyon lira."
"Niye?"
"Bağlama ücreti."
"Lan oğlum Monako’da bile almazlar bu kadar para, n’oluyor?"
"Belediyenin tarifesi abi."
Düşünün şimdi güç bela bir kıçıkırık teknesi olmuş bir Türk gelip bir ay Datça’ya bağlansa ödeyeceği para 450 milyon lira.
Her gelen tekne ile ekonomisi canlanan Datça bu hesaba göre dünyanın en pahalı iskelesi olma yolunda.
"Bir yanlışlık olsa gerek" deyip belediyeyi aradım. Başkan bu hesabımı anlatınca "Haklısın yahu. Biz sadece günübirlik gelenleri düşünüp bu tarifeyi yaptık. Uzun kalışlar için farklı bi şey bulmak lazım galiba" dedi kibar kibar.
Zaten Datçalılar’ın hepsi çok kibar ve güleryüzlü.
NTV’deki "Gündem Dışı" programımın ne kadar popüler olduğunu Datça’da çok iyi anladım zaten. Adım başı çevirip imza isteyen isteyene. Tarkan gelse bu kadar hava yapamaz yani...
Ama benim gibi tanınmaktan ve ünlü olmaktan bu kadar tırsan biri için durum felaket.
Üstelik üstüm başım uzun tekne yolculuğundan dolayı pislik ve yağ içinde.
Ama gene de çok güzel Datça.
Her zaman olduğu gibi...
Can Baba’ya kuzeyden esen bir meltem selamı gönderip ertesi gün yola koyulduk.
Bu kez teknede eşim ve minik denizcimiz Ecesu var.
Ecesu motor çalışır çalışmaz uyuyor allahtan. Motor sesini ninni sanıyor galiba.
Zaten böyle olmasa benim bet sesimle söylediğim ninnilerle uyuyabilir mi?
Bu kez rotamız Bencik Limanı.
Sadun Boro "Vira Demir" adlı nefis kitabında o kadar güzel bir resmini koymuş ki, o koyu görmeden edemedik.
Aktur’un Kurucabük koyunda küçük bir yüzme molası verdikten sonra Bencik’in yolunu tuttuk
Devamı haftaya...