Antalya Televizyon Ödülleri’nde üç aşağı beş yukarı en çok hak edenlere gitti ödüller. Ama komedi dalında Levent Üzümcü’nün olmaması bence büyük bir eksiklikti
Sektör için önemli bir buluşma noktası haline gelen Antalya Televizyon Ödülleri’nin dördüncüsü yapıldı bu sene. Antalya Belediyesi’nin büyük
bir özveri ve vizyonla gelenekselleştirdiği tören geçen senelerin aksaklıklarından
biraz daha arınmıştı.
Seçilen adaylar içinden jüri de üç aşağı beş yukarı en çok hak edenleri ödüllendirdi bana göre.
Ama ilk beşe seçilemeyen adayların eksikliği hissedildi büyük ölçüde.
Herkesin derdi kendine belki ama en iyi komedi erkek oyuncu adayları arasında Levent Üzümcü’nün olmayışı bir eksiklikti. Keza “Harem”de Çıngıraklı Hamit Paşa rolüyle insanları her hafta kırıp geçiren Önder Açıkbaş’ın da en iyi komedi erkek adayları arasında olmayışını yadırgadım.
Ama en çok “Harem”in görüntü yönetmeni Emre Aydın için üzüldüm.
Bana maliyeti çok yüksek olsa da her hafta sinema tadında bölüm çeken Emre, bence tartışmasız televizyonlardaki en başarılı görüntü yönetmeni.
Şöyle anlatırsam belki daha iyi anlarsınız.
Geçen gece evde oturmuş yemek yerken gözüm bir an televizyona takıldı.
“Aaaa Harem’in bu gece ne işi var televizyonlarda?” dedim.
“Harem değil baba, Karayip Korsanları oynuyor” dedi çocuklar.
Sustum kaldım...
El-Uşbuna’dan bildiriyorum
San FranCIsco filan derler ama çok okuyan değil çok gezen bilir derneği başkanı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki İstanbul’a dünya üzerinde en çok benzeyen şehir Lizbon’dur.
Toledo şehrinden doğup okyanusa bir kısrak başı gibi uzanan Tejo nehri, Lizbon’a bir boğaz havası verirken, İstanbul’dakine çok benzeyen asma köprü de şehrin iki yakasını birbirine bağlar.
Geceleri baktığınızda tut ki Boğaz köprüsü...
Mahallelerinin çoğu yüzyıllarca şehri ele geçirmiş olan Arap isimleri taşır.
Zaten Lişbon diye okunan Lizbon isminin de El-Uşbuna’dan türediği sanılmaktadır.
En önemli mahallesinin de adı El Hamma’dan gelen Alfama ismini taşır.
Yüzlerce restoranın yer aldığı Lizbon sahillerinde John Malkovich’in restoranı
Bica da Sapato bir yıldız gibi parlar.
Fenerbahçe maçı için gittiğim Lizbon, İstanbul kadar bildiğim ve sevdiğim bir Avrupa şehridir.
Bir gün sürgün gönderilsem bir şehre ve seçme şansım olsa tereddütsüz Lizbon’u seçerim yaşamak için.
İstanbul kadar sidikli bir kontestir.
Ama insanlarıyla, tarihi ve kültürel dokusu ile, modern ama Müslüman geçmişi ile bir şekilde yakalar beni.
Toprağımda hissederim.
Sao Jorge Kalesi’ne otururum, oturur da bir türkü tuttururum:
Alfama’nın mermer taşları,
Başıma da konuyor martı kuşları...
Cefakar Beşiktaş seyircisine Feda kaskları geldi
Bir Fenerbahçeli olarak imrendiğim Beşiktaş seyircisine yapılan bana yapılmış sayılır arkadaş.
Katlanır coplarla seyirciye sardıran ve saldıran abilere karşı bi’şeyler yapmamız lazım.
Ben görevimi yapıyor ve özel korumalar tarafından dövülen Beşiktaşlı kardeşlerime “feda kaskı” hediye ediyorum.
Güle güle kullansınlar...