TÜRKİYE ağzına geleni söylüyor. Ana haber bültenlerinde, A takımında, Türkiye'nin Hakan'ını da, sokakta, evde tartışıyor.
Herkesin eteğinde dökecek bir taş var.
Türkiye cinnetini tartışarak atlatıyor. Konuş Türkiyem, içinde kalmasın...
* * *
KADIN - Seyircinin karşısında bacak bacak üstüne atamazsınız efendim.
TİYATROCU - Size ne hanfendi? Bacağım bir yerinize mi değiyor ki rahatsız oluyorsunuz.
KADIN - Ben dadaşım.
İsimlerinizin anlamlarını çoğunuz biliyorsunuzdur, ama doğru mu biliyorsunuz acaba? Örneğin ben adımın Arapça "zenginlik ve bolluk" anlamına geldiğini sanırdım, ama geçen gün öğrendim ki adım Farsça'da "sutyen kopçası" anlamında kullanılıyormuş. Bugün utanmadan kullandığımız isimlerin İngilizce'de öyle karşılıkları var ki, apışıp kalırsınız (Bakınız Fikret).
Ben ismimin anlamını biliyorum bu bana yeter demeyin. Yok öyle, burası Türkiye... Alfabetik listeye bakın, adınızın İngilizce'de ne anlama geldiğini öğrenin.
AHMET: (Ahh Meat) Ne güzel et bu böyle anlamında kullanılıyor. Marketlerde kimse kimseyle konuşmadığı için daha çok kasaplarda duyabileceğiniz bir ses bu.
AYNUR: (I Nur) Ben nurluyum anlamına geliyor. Thatcher kullandığı zaman komik oluyor.
AYTEN: (I Ten) Onuncu ay demek. İngilizler bebek doğduktan sonraki aya Ayten diyorlar.
BANU: (Be nü) Çıplak ol, free ol anlamında kullanılıyor ama şimdiki kraliçe Elizabeth Banu olsa ne olur yani?..
BERNA: Bern'de oturan İngiliz vatandaşı anlamına geliyor.
IŞILAY Saygın'ın bekareti ile ilgili skeç yaptığı için RTÜK tarafından "Bakire bir kızı alıkoymak ve zorla bekaretini bozmaktan" suçlu bulunup Kanal D'nin 1 gün kapanmasına neden olan Levent Kırca, ölüm orucuna kadar gidecek bir mücadeleyi başlattı nihayet.
Işılay Saygın hala bakire, ama RTÜK'ün bakireliği bozuldu...
Köşemi sürekli okuyanlar bundan bir yıl önce Huysuz Virjin'e kızıp benim programımın (Şafak Vakti) yayımlandığı gün KANAL D'yi kapatan RTÜK'e karşı verdiğim mücadelede ne kadar yalnız kaldığımı bilirler.
Üç hafta üst üste hiç suçumuz yokken kanal kapatıldığı için yayınlanamayan yeni bir programın rating ve reklam savaşlarında ne hale gelebileceğini varın siz hesaplayın artık.
Türkiye o yıl belki de yeni bir Levent Kırca'dan oldu.
Şafak Sezer'i küstürdük ve kaçırttık, umurım Levent Kırca'yı geri döndürebiliriz.
Ben size bugün programları seyredip kanalları kapatan bazı RTÜK üyelerini tanıtmak istiyorum.
Cumhuriyetin 75. Yılı törenlerle kutlanıyor.
Herkes televizyonlarda ülkesini ne kadar çok sevdiğini anlatıyor.
Ben de ülkemi seviyorum ama buna neden arıyorum.
Dünyada görmediğim yer kalmadı denilebilir.
Paris'in Champs Elysee'sinden tutun da New York'un Broadway'ine kadar her yerde serserilik yaptım.Prag'da Viltava kenarında Nazım okudum, Venedik'te Thomas Mann...
Amsterdam'ın kanallarında bisiklete bindim, Piazza Venezia'da rakı içtim şarap içtim sallandım ama gene de ülkemden güzelini görmedim.
Ne demokrasi var ülkemde ne sosyal adalet ne de sosyal güvenlik...
SAYIN Genel Yayın Yönetmenim Derya Bey "Bana hemen istifanı gönder. Aydın Bey gazeteyi geri almazsa istifa edilecek" dediğinde "Naomi Hanım'a bir sorayım" demeseydim şimdi ne işim vardı Moskova'da?..
Ama olan oldu işte.
Derya Bey taktı bi kere... İşler durulur durulmaz odasına çağırdı, yüzüme bakmadan TEM karayolunu seyrederek "Moskova'ya gidiyorsun" dedi...
"Efendim, komünist olduğum yıllar çok geride kaldı. Şimdi sosyal demokrasiyi bile fazla radikal buluyorken ne işim var benim Moskova'da?" diye itiraz ettim TEM karayoluna bakarak.
Derya Bey gene TEM karayoluna bakarak yanıtladı.
"Salak salak konuşma. Apo'yu bulmaya gidiyorsun. Biletin hazır."
"Demek bana resmi bir görev veriliyor. Gidip Apo'yu bulucam, devletin resmi mercilerine haber vericem ve daha sonra aynı resmi mercilerle çete kurarak zengin olucam ha" diye TEM karayoluna bakarak mırıldandım.
- Gendümü yakarım ülen...
- Yapma baba...
- Yaklaşmayun. Yagarum...
Televizyon haberlerinde şahit olduğum bu diyalogları duyanlar bu adamın işsiz kaldığı veya karısı tarafından terk edildiği için intihar etmek istediğini düşünebilir.
Oysa bu zavallı baba kızını kaset yapma vaadi ile kandırıp parasını elinden alan bir kaset yapımcısını protesto etmek için kendini yakmak istiyordu ve yaktı da.
Zor bela söndürdüler babayı ve hastaneye kaldırdılar.
Çocuğunu ünlü yapmak istiyordu baba.
HER ne kadar Mesut Yılmaz "Kuru gürültü" diyorsa da Bakan Eyüp Aşık'la başlayan kaset furyası devam ediyor sevgili Milliyet okurları.
Kral TV listelerinde Prestij ailesinin şarkıcılarını bile sollayan bu kasetlerden bir tane de bana ait olanı var.
Yani nasıl söylesem bir zamanlar ünlü mafya babası Hamdullah Çivici Bey'den bir iki ufak ricada bulunmuştum.
Nasıl olsa birileri bulup ortaya çıkartacak düşüncesi ile ben kendi kasetimi kendim yayımlamayı bir görev sayıyorum.
İşte başka hiçbir gazetede göremeyeceğiniz Gani Müjde ile Hamdullah Çivici arasındaki telefon görüşmesinin tam metni.
* * *
GM - Merhaba Çivici Bey.
Pazar günlerini sevmem.
Pazar günlerini sevenleri hiç sevmem.
Sevmediğim bir şeyler daha vardır yeryüzünde.
Örneğin ben çarşamba günlerini ve profesyonel futbolu da sevmiyorum artık.
Mahalle aralarında toz toprak içinde ve zaman zaman caddeden geçen otomobiller ve tüpgaz kamyonları için oyuna ara verilen kan ter maçlar daha çok tat bırakıyor hafızamda.
Patlak bir topun ardında koşan sekiz veletin, iki taştan imal kaleye gol atma çabalarını, hatta "gol değil, boyu geçiyordu" veya "taşın üstünden geçti abi" mızıkçılıklarını seviyorum.
Vefa Stadı'nın toprak zemininde topla birlikte koşturan futbolcunun arkasından yükselen toz bulutu oluyorum zaman zaman, bazen de meşin bir yuvarlağa biniyor, Tozkoparan'daki boklu dereye uçuyorum.