Taksim’deki yılbaşı kutlamalarında Suriyeli bir grup ÖSO bayrağı açıp sloganlar attı diye, hop oturup hop kalkanlarımız oldu. Bunları, kendi ülkelerinin vatan hainleri ve savaş kaçkınları olarak görüp değerlendiren ve bir an evvel ülkelerine dönüp savaşmaları gerektiğini söyleyenler oldu.
Onların yüzünden Türklerin başının ağrıdığını, Türkiye’de huzurun kalmadığını ve içinde bulunulan ekonomik istikrarsızlığa da bunların sebep olduğunu yazıp çizenler oldu.
Aportta bekleyen mahut zevat, fırsat bu fırsat deyip tescilli yalanlarına kuyruklularını eklemekte gecikmedi: Bizim insanımız açken, Suriyelilere maaş bağlandı. Türk insanından ilaç parası kesilirken, Suriyelilere bedava ilaç veriliyor. Biz Türkler hastane kuyruklarında beklerken, Suriyeliler kuyruğa girmeden öne alınıp, parasız muayene ediliyor. Bunlara koli koli yiyecek ve kömür dağıtılıyor.
Bizim insanımız işsizken, ucuz işgücü ve kayıt dışı diye Suriyeliler tercih ediliyor.
Birkaç münferit olayı ayyuka çıkarıp, bunlar daha iyi günlerimiz diyerek, asıl tehlikenin önümüzdeki dönemde yaşanacağını, zira aile bireylerini kaybetmiş Suriyeli çocukların, bu denli travmatik halleriyle gelecekte birer suç makinesi olacaklarını ileri sürenler oldu.
Ayıptır, günahtır, yazıktır!
Söze ve yazıya başlarken, olayın insani boyutunu, sözde her şeyin üstünde tutup içindeki ufunetini kusanlara bir çift lafımız var.
Türkiye, büyük bir coğrafyada 600 sene hüküm süren bir imparatorluğun bakiyesidir. Suriyeli denilen kişiler, sahip oldukları her şeyi (maddi- manevi) terk ederek, canları pahasına buraya gelebildiler. Gelemeyenler zaten öldü, ölüyor.
Gelemese- lerdi, bunlar da ölecekti; bunu mu istiyordunuz?
Bu gelenler sığınmacı; sığınmacının (mülteci) ne demek olduğunu bilmiyorsanız, bir zahmet sözlüğe bakın lütfen.
Bizim geleneğimizde, muhacire ensar (yardımcı) olunur. Bu halin tipik örneği de sevgili Peygamberimiz döneminde, Mekke’den gelen muhacirleri bağrına basan ve onlarla evlerini ve aşlarını paylaşan Medineli Müslümanların ensar tavrıdır.
Medeni (!) dünyanın mültecilere yaklaşımı malum; açlığa ve ölüme terk etmek ve bundan da zerre miktar vicdan azabı çekmemek!
Daha dün, Suriye sınırında tel örgüler etrafındaki bayramlaşma törenlerini ne çabuk unuttuk? Batı, bir elmayı bölercesine bize sınır belirlemedi mi? İşte bu gelenlerin çoğu, o elmanın diğer yarısı yani bizimle kan bağı olan akrabalarımız, kardeşlerimiz, canlarımız.
Ey vicdanları nasırlaşmış, insani duyguları körelmiş bencil-egoist ve gerçek faşist tipler! Yangına körükle gitmeden önce, bu kara bahtlı insanların yerine kendinizi koyup, kendinize davranılmasını istediğiniz şekilde davranmasanız bile, gölge etmeyin ve bu zavallı insanları kendi kötü emellerinize alet etmeyin!
Böylesine bir insanlık dramını, siyasi kutuplaşmaya malzeme yapıp dile dolayan ve bundan, sözüm ona rant bekleyen siyaset de, siyasetçi de yerin dibine batsın!
Hele de hümanist geçinen kara vicdanlılar, sergilemekte olduğunuz tüm bu kepazelikler ırkçılığın dibi değil de nedir?
İnsanlar can derdinde, sizin et derdiniz bitmedi!
Toprak doyursun gözünüzü!