Sait Faik’in “Yazma-saydım çıldırırdım” sözü çok yerli yersiz kullanılır dilimizde. Sait Faik’in yaşadığı koşulları bilmeden. Yani aslında bu lafı edenlerin büyük kısmı yazmasaydı değil çıldırmak, hayatlarında minik bir olumsuzluk bile olmazdı. Ama söz havalı; kullanınca bir Sait Faiklik mi geliyor insanın üstüne nedir? İyi yazar olmak için yazmayınca çıldırmak gerekmiyor hem. Yazmak bir maruzatı olanların işi. Bir dilekte bulunmak, arz etmek isteyenlerin. Ki onların maruzatında bir edinilmiş dert, tasa, umut, meydan okuma vardır. Arz edilen makam da okurdur.
Maruzatı olan 66 yaşındaki Ankaralı bir yazar, Nurhan Suerdem, İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı “Maruzatım Var” ile bu hafta 31’inci Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı. Maliye mezunu olan Suerdem yıllar yılı kurumsal hayatta çalışıp, yazıyla ilişkisini istifa dilekçesi, mektup, mail, kısa notlar seviyesinde sürdürdükten sonra 2013’te emeklilikle birlikte öykü yazmaya başlıyor. O güne dek yazar olmayı aklının ucundan bile geçirmiyor. Zira kendine ait bir odası var ama kendine ait bir zamanı yok. Onu emeklilikle birlikte yakalayınca, maruzatı da olduğundan alıyor kalemi eline. Murat Gülsoy’dan yaratıcı yazarlık dersleri, çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanan öyküler, 2019’da çıkan ilk öykü kitabı derken, Türkiye’nin en prestijli öykü ödülünün sahibi oluyor. Nasıl güzel bir hikâye.
Youtube’da Dileda Arslan’ın kendisiyle yaptığı bir söyleşisini izledim. Hayat dolu, güleç, sade, duru bir kadın Suerdem. Hikâyesini tatlı tatlı anlatıyor. Bir değil birçok maruzatı olduğu için yazmaya başladığını. Maruzatlarına gelince. Ödül kazanan kitabından hareketle yazmak isterim. Ama öncelikle şahane bir Türkçesi olduğunu söylemeliyim, eminim Haldun Bey okusa, o da çok severdi. Hüzün şivesinde yazıyor ama sahip olduğu yaşama sevincinden gücünü alan ironi, hayatın şekerli yapış yapış acılarına izin vermiyor. Suerdem’in öyküleri su gibi akıyor. Kadın ve erkek özneler hayatın ta içinden dertleri omuzlayıp bu suda pırıl pırıl parlıyorlar.
Sabahları sesi çatallı çıkan bir kadın. Ablaları onu baş göz etme telaşında. Ama onun başka dertleri var. Bilmiyor ki ablalar. Kadınlığını bir yere oturtamamış. Özgüveni kırık dökük. Cümleleri içinde çoğalırken, dilinden dökülenler sessizlik kadar. O adam nasıl anlasın bunu?
Adı İffet. Anneannesinin kız kardeşinden almış adını. Anneannesi kardeşinin ölümünden hemen sonra doğan küçük kıza onun ismini vererek, bilerek kaldırmamış cenazeyi. İffet o cenaze olarak sürdürmüş yaşamını. Adını ‘yaşlı’ ve ‘köhne’ bulan erkekler uzak durmuş ondan. Kadınlığıyla kurduğu ilişkiyi de bu ad belirlemiş. Ama nasıl devasa bir yük. İffet’in adıyla ilgili maruzatı var. Bir bir anlatıyor “Asliye Hukuk Hakimliğine” adlı öyküde.
“Tenes’in Balta”sıyla annesinin yollarını kesen Haluk. Kendi hayatının peşine düşen bir annenin oğlu olma psikolojisi. Ağır mı ağır.
Ölmüş karısı Ferhunde ile ölüm üzerine dertleşen Aziz Bey. Haklı korkusu. İnsanın, öleceğini bilen tek canlı olma dramını bir arkadaşının hikâyesi üzerinden fark etmesi. Kendini koruma çabası. İstirahat etme ihtiyacı. Uyursa geçer mi acaba?
Oturan Mavi Bulut’un oğlu geri dönecek mi? Dönse keşke.
Sevil, bir yandan hayata yetişmeye çalışıp bir yandan onu dolu dolu yaşayacak mı? Yaşasın n’olur.
Velhasıl, Nurhan Suerdem, maruzatlarının bir bölümünü 10 öyküde topluyor “Maruzatım Var” adlı kitabında. Sadece bir bölümünü. O kadarı da Haldun Taner jürisinden tam not aldı. Devamı da gelecek.
Öyle seviniyorum ki... Bir kadın! 66 yaşında! Yazmadığı için çıldırmadı. Ama ilk kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı.