CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun talebi üzerine Gülseren Onanç genel başkan yardımcılığı görevinden istifa etti. Aynı gün, Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’na “CIA ajanısın” diyen Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz da Grup Disiplin Kurulu’na sevk edildi.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’yla dün konuştum. Her iki olayla ilgili sorular yönelttim. Aldığı kararların gerekçelerini sordum.
Ancak Kılıçdaroğlu ısrarıma rağmen bu yöndeki sorularımı yanıtlamadı.
Kılıçdaroğlu’nun yakın çalışma arkadaşları Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, Genel Başkan yardımcıları Erdoğan Toprak ve Gürsel Tekin’le ve bazı Parti Meclisi üyeleriyle de konuştum.
“Kural ihlali”
Aldığım izlenim, Kılıçdaroğlu’nun, Gülseren Onanç’ın istifasını “kural ihlali yaptığı” gerekçesiyle istediği yönünde. Kılıçdaroğlu’nun bir süre önce televizyonlarda konuşulmaması yönünde bir kural koyduğu ve MYK üyelerinden bu kurala uymalarını istediği bilgisine ulaştım. Buna karşın Gülseren Onanç’ın televizyon programlarına katılmasını kural ihlali olarak değerlendirdiği ve bu gerekçeyle istifasını istediğini öğrendim.
BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan açıkladı. Son görüşmelerinde Abdullah Öcalan, “Meclis’te kurulan komisyona CHP’nin mutlaka milletvekili vermesi gerekiyor. CHP’nin bu sürecin içinde olması gerekiyor” demiş...
Öcalan, vermezse ne olacağını da açıklamış:
“CHP kendini bitirir.”
Demek ki Öcalan da CHP’yi düşünmeye başladı!
Geçtiğimiz hafta da Ak Parti milletvekilleri, CHP’nin önergesine, CHP’lilerden daha fazla imza koyarak sahiplenmişlerdi.
Bu imzalarla CHP’yi, Meclis’te kurulacak araştırma komisyonuna bu yolla katmaya çalışmışlardı.
CHP, çareyi önergedeki imzalarını geri çekmekte bulmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltması olan T.C.’nin bazı kamu kurumlarının tabelalarından kaldırılması kamuoyunda güçlü ve yaygın tepkiye neden oldu.
Milyonlarca kişi, facebook adreslerinde isimlerinin başına T.C. rumuzunu ekledi.
Gerekçesi nasıl izah edilirse edilsin halk bu uygulamayı kabul etmedi. Öne sürülen gerekçelerden tatmin olmadı.
T.C. konusunda gösterilen tepki iyi okunmalı ve süreci yönetenler ve tarafları açısından yol gösterici olmalıdır.
Simgelerle oynama mesajı
Bu sürecin, Kurtuluş Savaşı’nı, başta bayrak olmak üzere ulusun değerlerini, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü silikleştirerek, zaman zaman yok sayarak ve hatta suçlu ilan ederek yürütülmesi yapılabilecek en büyük yanlıştır. Akil İnsanlar olarak belirlenen heyet mensuplarının illere yaptıkları ziyaretlerde karşılaştıkları sorular bunu kanıtlıyor.
Diyarbakır
Süreçle ilgili kaygıların kaynağını Abdullah Öcalan’a ne verildiği veya ne taahhüt edildiği sorusu oluşturuyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sık sık bu soruyu soruyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da hiçbir şey verilmediğini, bir taahhütte bulunulmadığını, bir pazarlık yapılmadığı yanıtını veriyor.
Bu yanıt, muhalefeti tatmin etmiyor; yani mesele 12 kanallı televizyon muydu ki, bunu verince her şey çözüldü, diye sormaya devam ediyorlar.
Aynı kapıya çıkan soruyu Diyarbakır’daki toplantımızda Aslı Aydıntaşbaş, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’a, “Örgütten Öcalan’a sitem var, karşılığında ne aldın da bizden bunu istiyorsun, diyorlar” biçiminde yöneltti.
Atalay, sorunun bitmesini beklemeden biraz sitem yüklü bir tonla hemen yanıt verdi?
Adalet Bakanlığı’nın üzerinde neredeyse 2 yıldır çalıştığı 4. Yargı Paketi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
Bakanlık, ilk 3 yargı paketinde olduğu gibi 4. Yargı Paketi’nde de AB raporlarında işaret edilen eksiklere yöneldi. Ancak bu paketin bir başka özelliği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları taranarak hazırlanması.
Bakanlık, Türkiye’nin AİHM’de rekor sayıda dosyada mahkum olması halini sonlandırmak için uzun süre tek tek mahkumiyet kararlarını inceledi. Buradan Türkiye’nin hangi nedenle mahkum olduğunu çıkartarak, pakette yer alması gereken düzenlemeleri saptadı.
Ancak kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, bakanlığın hazırladığı taslak, Bakanlar Kurulu’ndan TBMM’ye gelirken önemli ölçüde değişti. Özellikle de terör düzenlemeleri yönünden.
Somut durum
Elbette ki bakanlık her kadar AİHM ve AB doğrultusunda paketler hazırlasa da yargıdan kaynaklı sorunlar nedeniyle toplumun önemli bir kesimi, ne zaman bir düzenleme yapılacağı haberi gelse, kendilerini ilgilendiren bir madde değişikliği yapılıp yapılmayacağına odaklanıyor.
İktidar başlattığı yeni sürece CHP’nin de katılmasını bugün de önemsiyor olmalı ki, Sezgin Tanrıkulu ve arkadaşlarının verdiği hakikatleri araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önergeyi sahiplenerek kendi önerisiyle birleştirme hamlesi yaptı. CHP grup yönetiminin onayını almadan, önergeye imza koyarak hayata geçirmeye çalışan AKP, bir anlamda “zorla” ana muhalefet partisini sürece katacaktı. CHP bu girişime karşı çıktı ve çareyi önergesini geri çekmekte buldu. İktidar partisinden gelen bu hamlenin önemli nedenlerinden biri kurulan araştırma komisyonunda BDP ile “ikili görüntü” vermek istemeyişiydi. Önergelerin birleşmesi yoluyla CHP de komisyona üye verseydi, bu Ak Parti için önemli bir adım olacaktı. Kamuoyuna karşı AKP-CHP-BDP’nin bir arada olduğu görüntüsü verilecek, AKP-BDP görüntüsü olmayacaktı. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu girişimin amacını gördüğü için Sezgin Tanrıkulu’nun önergesini geri çektirerek, bu fotoğrafa CHP’nin katılmasını önlemiş oldu.
Hükümetten kaynaklanan zorluk
CHP’nin sürece destek vermek üzere katılmaya ikna edilmesindeki zorluğun başında, hükümetin izlediği politika geliyor.
İktidar bazen CHP’nin katılmasını istiyor bazen de istemiyor
CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan, 4. Yargı Paketi’nin Meclis’te görüşülmesi sırasında önemli bir iddiada bulundu. Özcan, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Ergenekon davasında gizli tanık olduğunu öne sürdü.
Özcan, Büyükanıt’ın 27 Nisan’da hükümete muhtıra vermesine rağmen sanık bile olmadığını belirterek, bunun gizli tanık olmasından kaynaklandığını da söyledi.
Özcan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la Büyükanıt’ın Dolmabahçe’de yaptıkları görüşmede, Başbakan’ın komutana gizli tanıklık karşılığında hakkında soruşturma dahi yapılmayacağı sözü verip vermediğini de sordu.
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la dün görüştüm. Büyükanıt’a, Özcan’ın gündeme getirdiği iddiaları sordum.
Büyükanıt’a yönelttiğim sorular ve yanıtları şöyle:
Sağlık Bakanlığı, hastanelerin tabelalarındaki “T.C.” kısaltmasının kaldırılmasına karar verdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltması olan “T.C.” ibaresi, Hakkâri-Şemdinli’deki Devlet Hastanesi’nin tabelasından da kaldırıldı, İzmir-Bayındır Devlet Hastanesi’nden de...
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, bu kararının gerekçesini, “Sağlık Bakanlığı’nın logosunda zaten T.C. var, bağlı kuruluşlarda olması mantıksız” diyerek açıkladı.
Müezzinoğlu, böyle dedi ama kamuoyu öyle algılamadı. Bu süreçte, hastane tabelalarından, “T.C.”nin kaldırılması, yeni süreçte Abdullah Öcalan’ın koşullarından biri olarak algılandı. Bu algı, tepkilere de neden oldu.
Böyle bir koşul olmasa bile, halkın algısının bu yönde oluşmasının nedeni, PKK’nın, yıllardır bayrak da dahil Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil eden bütün simgelerin Güneydoğu’dan silinmesi gayretidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nden olumsuz bir tonlama ile “T.C.” diye söz eden PKK’lılar, yıllar boyu çocuklara da bu simgeyi “düşman” olarak bellettiler.
Bayrak da dahil Türkiye Cumhuriyeti’nin simgelerini binalarında, toplantılarında, mitinglerinde kullanmadılar, zaman zaman protesto çığlıkları içinde yaktılar, parçaladılar.