İsmail Dayı 51 yaşındaydı, iki çocuğu vardı.
Musa Ergün 56 yaşındaydı, üç çocuğu vardı.
İsmail Dayı Manisa’nın Demirci İlçesi Çardaklı Köyü Camisi’nin minaresinden düşüp, öldü.
Musa Ergün Trabzon’un Araklı ilçesindeki evinin önünde bulunan incir ağacından düşüp, öldü.
Hiç akıllarına gelir miydi ki, minareden veya ağaçtan düşerek, ölmek.
Ama oldu işte.
Maalesef.
Akıllarına gelmeyen, başlarına geldi.
Ölüm ne zaman, nerede ve nasıl gelir?
Çoğu kez meçhul.
Bir de “amansız” diye adlandırılan hastalıklar var tabii.
O zaman insan biliyor ne zaman öleceğini.
* * *
Geçen gün bir film izledim:
“A Little Bit of Heaven”
Bizdeki adı da:
“Bir Tutam Cennet”
Kanser olduğu öğrenen genç bir kadının biraz çılgın, biraz komik ve çokça da hüzünlü hikâyesi anlatılıyordu filmde.
Ağlarken gülen, gülerken ağlayan dünya tatlısı Kate Hudson’u her haliyle izlemek müthişti ama adım adım ölüme gidişe tanık olmak yine de zordu be.
Ne var ki böyle bir sürecin, insana kendisiyle ve çevresiyle hesaplaşma ve de en önemlisi barışma fırsatı verdiği de bir gerçek.
Of.
Ne bileyim.
Belki de en iyisi “şak” diye gitmek.
Sen sağ, ben selâmet!
* * *
Hepsinden öte, bir de “sıralı ölüm” denilen bir durum var.
Ölüm için bile temennide bulunurken görmüş geçirmiş insanlar der ya hani:
“Allah sıralı ölüm versin.”
Aynen öyle.
Örnekse İsmail Dayı ile Musa Ergün’ün sırası şaşmıştı.
Hele Steve Jobs 56 yaşında göçüp, giderken; ne incir ağacı, ne minare...
Avucunun içine sığdırdığı dünyadan düşüp, gitti.
Fakat her şeye rağmen, dünyayı değiştiren icatların sahibi bu adamın dediği gibi:
“Ölüm, hayatın en güzel icatlarından birisi...”
Hele de sıra şaşmadığı zaman.
Tek karelik sorun!