Sokaklar karışık İran’da. Kavga gürültü, gırla kıyamet.
Zorba yönetime karşı yeni bir halk hareketi sürüyor komşuda.
Polis kararlı.
Dağıtacaklar toplananları.
Nitekim hırsla saldırıyorlar kalabalıklara.
Yaralı çok.
Ölüler de var.
Ortalık öylesine puslu ki, o sırada İran’da bulunan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen‘in şoförü de uygulanan şiddetten nasibini almış; bir kaldırım kenarında beklerken polis tarafından dövülmüş.
* * *
Televizyonda izledim. İran Meclisi ise “miting alanı” gibiydi. Kürsünün çevresini saran milletvekilleri, ellerini öfkeyle sallıyor ve avaz avaza bağırıyordu.
Bizdeki gibi 550 kişi yok orada.
Hepsi 290 kişi.
Onlardan 233’ü muhafazakârmış.
İktidarı oluşturan grup yani.
İmzaladıkları bildiri ile “İnsanların sabrının taştığı ve herkesin Mir Hüseyin Musavi ile Mehdi Kerrubi‘ye en ağır cezanın verilmesin istediğini” duyurmuşlar cümle âleme.
Yetmemiş anlaşılan.
Onun için bağırıyorlarmış Meclis’te “Musavi ile Kerrubi’ye ölüm” diye!
* * *
Bütün bunlar yaşanırken İran’da, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de oradaydı.
Özellikle İran Meclisi’ndeki sahneler, umarım bizimkilerin ilgisini ve hele de beğenisini fazla çekmemiştir.
Çünkü bir o eksiğimiz kalmıştı:
İktidar güçlerinin Meclis’te “Muhaliflere ölüm” diye bağırması!
* * *
Diğer yanda ilgi çektiği kesin olan şey ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, dini lider Ayetullah Seyid Ali Hamaney’in huzuruna ayakkabıları çıkartılarak kabul edilmesiydi.
Oysa...
2009 yılında İran’a giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hamaney ile aynı mekândaki görüşmeye ayakkabılarını çıkarmadan girmişti.
Herkes soruyor şimdi:
Neden?
Bu bir güç göstergesi mi, saygı ifadesi mi veya sadece “koku” meselesi mi?
Neden sahi?