Bildiğiniz gibi Avrupa Birliği üyelik süreci tamamlanması ile beraber 2013 yılından itibaren Hırvatistan ziyaretleri için Türk vatandaşlarının pasaport cinsine göre vizeye başvurmaları gerekiyor. Peki Hırvatistan uğruna Schengen vizesi almaya değer bir ülke mi? Haydi gelin beraber bakalım.
Açıkçası Hırvatistan gezim biraz butik ve sıkıştırılmış bir gezi olduğundan az zamanda çok işler başarmak durumunda kaldım diyebilirim. Hedef her ne kadar Dubrovnik şehrini gezmek olsa da rotam üzerinde kalan Split ve Zagreb şehirlerini az da olsa gezebildim. Bu yazımda da sizlere bu şehirler ile ilgili aklımda kalanları aktarmaya çalışacağım.
Nasıl Gidilir?
İstanbul Yeni Havalimanı’ndan Zagreb ve Dubrovnik’e uçuşlar mevcut. Ancak şahsi önerim eğer vaktiniz varsa Saraybosna’ya uçmanız yönünde olur. Saraybosna ve Mostar’ı gezip oradan Hırvatistan’a gitmek daha keyifli ve uçuş fiyatları arasındaki farktan dolayı daha ekonomik olacaktır. Tabi isterseniz havayolundan yaptığınız karı araç kiralamada kullanıp gezinizi çok daha konforlu hale getirebilirsiniz.
Öncelikle şunu belirteyim ki Balkanlarda toplu taşıma ve özellikle şehirlerarası geçişler Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi gelişmiş ve ulaşılması kolay şeyler değil. Eğer siz de benim gibi 3 ülke ve 10 civarı şehir görmeyi planladıysanız kesinlikle araç kiralamanızı öneririm. Aracın kazandırdığı zaman düşünüldüğünde kesinlikle ilk tercihiniz oluveriyor.
Zagreb
Adriyatik Denizi’ne sahili olmayan Hırvatistan şehirlerinden biri. Peki, bu şehri özel kılan nedir? Bu şehri özel kılan şeyler ülkenin başkenti olması ve şehrin sahip olduğu iş gücü. Ülke iş gücünün yaklaşık %34’ü bu şehirdedir. Çoğu kurumsal firmanın merkez ofisleri de bu şehirde yer alır. Şehir aslen iki katlı diyebiliriz. Şehrin üst kısmına Gornji Grad, alt kısmına ise Donji Grad deniyor. Gornji Grad’da şehrin Ortaçağ’a kadar dayanan tarihi yapılarını görme fırsatı varken, Donji Grad’da bilhassa doğanın keyfini sürebilirsiniz. Şehri gezmek için yarım gün yeterli denebilir. Bir de unutmadan, Zagreb 2008 yılından beri Ankara’nın kardeş şehridir.
Split
Dalmaçya’nın en önemli şehri dersem, sanırım abartmış olmam. Split aynı zamanda Dalmaçya’nın en büyük şehri olma özelliğini de taşıyor. Şehir UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne 1979 yılında girmiş. Küçücük bir yarımada gibi görünen bu şehir, Hırvatistan’ın en büyük 2. Şehridir Hem deniz hem de kültür tatili yapmak isteyen gezginler için ideal bir şehirdir. Bir yandan Adriyatik Denizi’nin doğusuna olan plajında tertemiz denizin keyfini çıkartırken diğer bir yandan Jupiter Tapınağı, St. Dominius Katedrali, Peristil Meydanı ve Çağdaş Sanat Müzesi gibi şehrin kültürel yerlerini de gezebilirsiniz.
Dubrovnik
Sanırım bu yazının ilgi çekmesinin en büyük sebebi olan şehir Dubrovnik olsa gerek. Game Of Thrones sevenler buradaysa ilk detay onlar için gelsin. Dubrovnik şehri, Game Of Thrones çekimlerinin yapıldığı 3 şehirden biri. Biraz ilginizi çekti değil mi? Haydi o zaman biraz detaylara girelim.
Dubrovnik şehrinin başlıca görülmesi gereken noktaları; Old Town, Stradun Caddesi, Sponza (Rector) Sarayı, Franciscan Manastırı ve Müzesi (Avrupa’nın en eski eczanesini içinde barındırıyor), Lovrijenac Kalesi, Dubrovnik Surları, Dubrovnik Teleferiği, Lokrum Adası ve Onofrio Çeşmesi’dir.
Old Town
Çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi burada da Old Town dediğimizde şehrin kalbi diyebiliriz. Alış-veriş olsun, restoranlar olsun, şehrin en hareketli hayatı burada. Dubrovnik Old Town surlar içerisinde kalan ve Rönesans ile Barok mimarilerine sıkça rastlayacağınız bir bölge. Şehir aslen surlar ile çevrilmiş bir şehir olup nüfusu yaklaşık 50bin’dir. 1991 yılında çıkan iç savaşta çatışmaların fazlaca yaşanmış olması tarihi eserleri oldukça yıpratmış ne yazık ki. Yugoslavya’nın dağılmasının faturasını maalesef tarihi yapılar ödemiş. İç savaşta tahrip olan yapılar, esas ağır darbeyi yine aynı yıl şehre saldıran Sırp güçler tarafından almış. Ağır bombardıman sonrası şehir büyük hasar görmüş ve bugün ki haline gelmesi için bir takım restorasyonlar geçirilmiş. 1991 yılı Yugoslavya’nın sonu Hırvatistan’ın ise başlangıcı olmuş.
Türk kaynaklarında resmi adı Ragusa diye geçer ve 1365 yılında Osmanlı himayesine girmiştir. 1800lerin başında çıkan savaşlar sonucunda 1808 yılında Fransa’ya bağlanmıştır. Bir süre Fransız himayesinde kalan şehir Viyana Kongresi sonrası Avusturya yönetimine geçmiş ve 4 asrı aşkın Osmanlı hükümdarlığı bitmiş.
Stradun Caddesi
Old Town olarak geçen bölgenin ana caddesi. Uzunluğu yaklaşık 300 metre olup bir nevi minyatür İstiklal Caddesi denebilir. Trafiğe kapalı olan bu alan surlar içerisinde yer alır. Yılbaşı partisi dahil tüm festivaller bu cadde üzerinde yapılır.
Sur kapısından girdiğinizde limana kadar sağlı sollu mağazalar size eşlik eder. Lokal ve nispeten daha ekonomik restoranlar ve büfeler bu caddeye paralel olan sokakların içerisinde yer alır. Sokak aralarında dilim pizza ve market bulmak dahi mümkün.
Şehrin, Adriyatik Deniz’e büyük bir sınırı olduğundan deniz mahsulleri genel olarak ekonomik. Lokal bir restoranda standart bir yemek yerine deniz mahsullerini neredeyse aynı fiyata yiyebilirsiniz.
Franciskan Manastırı ve Müzesi
Bu müzeyi özel kılan birden fazla detay var aslında. Bence en ilgi çekici olanı Unesco Dünya Mirasları Listesi’nde bulunan Avrupa’nın en eski eczanesini içinde barındırması. 14. yy.’da inşası tamamlanan bu yapı, içerisinde 11. yy. ile 19. yy. arasına ait eserleri barındırıyor. Giriş ücreti 30 Kuna. Döviz kurlarındaki değişkenlikten dolayı Türk Lirası karşılığını yazmıyorum. 7 gün hizmet veriyor ancak saatler konusunda çerçeve biraz dar. 09:00 - 16:00 saatleri arasında hizmet veriyor. Old Town’a girer girmez solda girişini görebilirsiniz. Bir efsaneye göre 1667 büyük depreminde burada çıkan yangın, altın ve gümüş işlemeleri öyle bir eritmiş ki, bu madenler su gibi akıp bugün ki Stradun Caddesi’ni oluşturmuş. Bana fazla fantastik geldi ama takdir tabi ki sizin.
Sponza (Rector) Sarayı
Rönesans döneminden beri çok şiddetli depremler görse dahi hala ayakta kalan bu saray Gotik mimarisi için ideal örneklerden biri diyebiliriz. Bahçesindeki çeşme yaz günü bunalan insanların uğrak yeri. Günümüzde kültürel aktivitelere ev sahipliği yapan bu güzel yapı zamanında gümrük ofisi ve banka gibi kurumlara hizmet etmiş.
Dubrovnik Surları
Old Town’a girer girmez hemen solda, Franciskan Manastırı ve Müzesi girişinden önce yukarı çıkan bir merdiven göreceksiniz. Bu merdiven surlara çıkıyor. Giriş ücreti 150 Kuna. Peki bu surlarda ne var? Bu ücreti ödemeye değer mi? Bence kesinlikle değer. Dubrovnik’i bu surlardan görmek ayrı bir keyif diyebilirim. O yılarda askerlerin ne şartlar altında savunma yaptıklarını bir nebze anlayabilirsiniz. Surlar üstü açık ve güneş aldığından gezinizi yazın gerçekleştireceksiniz saati iyi ayarlamanız gerek. Güneş yorucu olabilir. Surlar üzerinde 2 tane kafe var. Akşamüzeri sur gezisi planlayıp gezi sonrası kafede yorgunluk limonatası içerken güneşi batırmak keyifli olabilir. Surları gezmek 2 saatinizi alır. Bilginiz olsun.
Lovrijenac Kalesi
Hani size Game of Thrones çekimlerinin bu şehirde yapıldığından bahsetmiştim ya, işte o çekimler bu kalede yapıldı. Kale inşası 11. yy.’da yapılmış ve orijinalliği fazla bozulmadan günümüze kadar gelebilmiş. Kale girişinde “Özgürlük dünyanın hiçbir altınına satılmadı” yazan bu kalenin yüksekliği 37 metre.
Dubrovnik Teleferiği
Old Town’nun hemen üzerinde yer alan bu teleferiğin ilk kalkış noktasına ulaşmak biraz zahmetli olsa da yolda şehrin size sunduğu manzaraları görünce bence yorgunluğunuzu unutabilirsiniz. Tüm şehri yukarıdan görmek için ideal olan bu teleferik yaz aylarında gece 00:00’a kadar hizmet veriyor. Gidiş-dönüş 1 kişi için istenen ücret 120 Kuna.
Lokrum Adası
Dubrovnik Adriyatik’in incisi ise bu ada için de “Dubrovnik’in incisi” desem sanırım abartmış olmam. Ada oldukça bakir ve adada yerleşik bir hayat olmaması adayı özel kılıyor. Adada eskiden manastır olarak kullanılan kale dışında bir yapı yok diyebilirim. Sakin bir yerde denize girmek isteyenlerin tercih ettiği adaya ulaşım vapur ile yapılıyor. Vapur ücreti 100 Kuna.
Onofrio Çeşmesi
Old Town’a girer girmez yuvarlak ve büyük yapısı ile bizi karşılayan çeşme günümüzde hala daha hizmet vermeye devam ediyor. 15. yy.’da suyun az olması başta çağın salgını veba olmak üzere bir takım hastalıkların baş göstermesine sebep olunca Mimar Onofrio hem şehre su bağlamak hem de hastalıkların önüne geçebilmek amacıyla bu çeşmeyi inşa etmiş.