Engin Önen

Engin Önen

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gerek siyasi çevrelerin ve gerekse gazeteci arkadaşlarımın son dönemde bana sıklıkla yönelttikleri soruların büyük bölümü öğrenci olayları ile ilişkiliydi. Olayların meydana geldiği Edebiyat Fakültesi‘nde öğretim üyesi olmam ve Rektör Danışmanlığı görevini yürütmem nedeniyle sahip olduğum bilgilerin bir kısmını sizlerle de paylaşayım.
6 Kasım tarihinde YÖK protestosu sırasında Ege Üniversitesi’nde meydana gelen olayların bir kısmını zaten basından izlemişsinizdir. Kamu vicdanını rahatsız eden orantısız güç kullanımı, biber gazı ve coplamaların yanı sıra yerlerde saçlarından tutularak sürüklenen kız öğrenciler artık neredeyse sıradanlaştı.
Bu görüntüleri haklı çıkaracak bir gerekçe göremiyorum doğrusu. Son üç dört yıldır böylesine rahatsız edici görüntülerin yaşanmaması ve hiç kimsenin burnunun bile kanamaması için epeyce gayret gösteren biriyim. Son dört yıldır Ege Üniversitesi’nde gerçekleştirilen onlarca gösteri ve yürüyüşün çatışmasız sonuçlanmasında küçük de olsa katkım olduğunu düşünüyorum.
Üniversitelerde öğrenci veya öğretim üyelerinin mesleksel ve diğer toplumsal sorunlar hakkında görüş bildirmesi veya bazı karar ve uygulamaları protesto etmesinden daha normal bir şey olamaz. Demokrasinin ilkeleri bunu gerektirir. Üniversitede bunu yapamazsanız, o ülkede demokrasiden söz edemezsiniz.
Peki, sınır nedir? Şiddet, başkalarının özgürlük ve güvenliklerini tehdit vb. Ancak üniversite söz konusu olduğunda, tarafların bu konuda mutabık olduğu görüşünde değilim. Başta polis olmak üzere güvenlik görevlilerinin bir bölümü, çoğu zaman bu düşünce ve olgunlukta davranmıyor. Aynı şekilde öğrenci veya örgütlerin de bazı durumlarda, polis gibi şiddete meyilli ve diyaloga yanaşmayan tavırlara sahip olduğuna defalarca tanık oldum.
Arabuluculuk çabalarımda polis şeflerinin ve diğer güvenlikçilerin tutumunun olay çıkıp çıkmamasında çok etkili olduğunu yaşadığım tecrübeler sırasında gördüm. Örneğin yaklaşık bir ay önceki bir protesto sırasında öğrenci ve polisler arasında mekik dokurken, ne kadar zorlandığımı anlatamam.
Polis şefi “Hocam, biz devletiz, olaya neden olanları tutuklamaz ve topluluğu dağıtmazsak, bunu taviz olarak algılayacaklar. Eylemlerini artıracaklar...” türünden açıklamalarda bulunmuştu. Ben de “Tam da bu yüzden, yani kamu görevliliği sorumluluğuyla daha sakin olmanız lazım” şeklinde ikna çabamı sürdürmüştüm.
Öğrencilerin yanına gittiğimde ise saldırı ihtimaline karşı kaldırım taşlarını parçaladıklarını ve sopalar topladıklarını görünce öfkem arttı. “Ne yapıyorsunuz?” deyince bir kız öğrenci de aynı sertlikte “Bu bizim demokratik hakkımız, kendimizi koruyacağız” karşılığını verdi. “Taş ve sopayla demokrasi olmaz, onlar da biber gazı ve copla demokrasiyi korumaya çalışacaklar” diye çıkıştım. Felsefe bölümünden ve İletişim Fakültesi’nden bazı meslektaşlarımın da yardımıyla, o gün olayın şiddete dökülmesini önleyebilmiştik.
Neden bu olaylar Ege Üniversitesi’nde oluyor da İzmir’in diğer üniversitelerinde olmuyor? Olaylar sadece öğrenci olayı mı? Rektörün rolü nedir? Öğrencilerin protestoları ve talepleri nelerdir? Bu sorular ayrı bir yazı konusu.