Christopher Nolan, ne yapacağı en fazla merak edilen yönetmenlerin başında geliyor. Şüphesiz “Dunkirk Savaşı” da kariyerinin en farklı filmlerinden birisi olmaya aday. Hiç denemediği, 2. Dünya Savaşı üzerine bir öyküyü muhteşem bir teknik beceriyle anlatıyor. Seyirciyi ilk andan itibaren soluk soluğa bir savaşın içine atıyor. Gencecik asker çocukların yaşam mücadelelerine, korkularına ve çaresizliklerine yakın plan tanıklık ediyoruz.
2. Dünya Savaşı’nın önemli olaylarından Dunkirk sahilinde Alman kuvvetleri tarafından sıkıştırılmış 400 bin İngiliz ve Fransız askerin kurtarılmasını belgesele yakın bir gerçekçilik içinde anlatıyor. Film; su, toprak, hava perspektifi içinde akıyor. Karada sıkışmış, kendilerini kurtarmaya gelecek destroyeri bekleyen askerler ve havadan hücum eden uçaklar, aksiyon kinetiğini oluşturuyor. Nolan ve görüntü yönetmeni Hoytema Van Hoyten, basit bir hikayeyi 106 dakikaya uzanan epik bir savaş dramasına dönüştürüyor. Burada arka planda, nefes nefese bir müzik sunan Hans Zimmer’in katkısını da es geçmemek lazım. Nolan, oldum olası CGI ve stüdyo çekimlerinden uzak duran bir yönetmendir. Bu filmde de 62 gerçek destroyer ve yüzlerce figüran ile gerçekten zor sahnelere imza atmış.
Uzun diyalogların ve komplike öykülerin (Inception, Memento, Prestij, Interstellar) adamı olarak tanınan Nolan, bu kez son derece basit bir hikayeyi, teknik beceriyi ön plana çıkaran anlatımla ve çok az diyalogla çekmiş. Film boyu savaşın içindeki karakterlerin hiçbirisi üzerine odaklanmıyor. Savaşın şiddeti ve kinetiği onu ilgilendiriyor. Bu konuda da kendisinin de “en deneysel filmim” demesi boşuna değil.
Genelde genç oyuncuların yer aldığı kadroda Tom Hardy, Kenneth Branagh, Mark Rylance, Cilian Murphy deneyimli isimler olarak dikkat çekiyor. Hardy, yüzünün yarısını kapatan bir oksijen maskesiyle oynadığı, savaş pilotu karakterinde, öykünün tek kahramanı sayılabilir. Gerisi canına kurtarmaya çalışan askercikler. Öyküde düşman hattından, yani Almanlar’dan tek bir kişi bile görmüyoruz.
Savaş türüne yeni bir soluk getiriyor Dunkirk. Bu soluğu seyirci de güçlü bir şekilde hissediyor.
Dunkirk Savaşı
Yönetmen ve senaryo: Christopher Nolan
Oyuncular: Tom Hardy, Kenneth Branagh, Mark Rylance, Fionn Whitehead.
Tekrar ‘Mavi Beyaz Kırmızı’
POLONYALI yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin efsane üçlemesi, “Mavi Beyaz Kırmızı” dijital temizlenmiş olarak tekrar gösterime girdi. Başka sinema çerçevesinde gösterilen filmler, büyük bir ilgiyle karşılandı. Fransız bayrağının; mavi=özgürlük, beyaz=eşitlik, kırmızı=kardeşlik metaforlarından yola çıkan Kieslowski, 1996’daki ölümünden önce 93’te ilk “Mavi” ile üçlemenin açılışını yaptı.
Usta yönetmen özgürlük temasını Mavi’de Julie’nin yaşamında işler. Bir trafik kazasında kocasını ve çocuğunu kaybeden Julie (Juliette Binoche), yaşamında yaptığı radikal değişikliklerle ruhunu bağımsız hissetmeye çalışır. Geçmişini silerek her şeyi geride bırakarak, yeni bir yaşama tutunmak ister. Sorumluluk, hatıra, eski insanlar olmadan... Eşinin yarıda bıraktığı Avrupa Birliği Senfonisi bile, onun ilgilenmek istemediği bir anıdır. Mavi rengin, kah arka planda bir renk, kah ahizenin boncuklarında, kah yüzme havuzundan yansıyan suda sahneleri boyadığı film müzikle müthiş birliktelik sunar. Besteci Zbiegnew Preisner ve görüntü yönetmeni Slawomir İdziak içiçe geçmiş ortak bir ruh sunar. Kieslowski, standart sinema dilini her daim zorlamayı seven bir yönetmen oldu. Diyaloglarda bile açı/karşı açı çekimlerin dışına çıkmaya çalıştı. Arka plan, karakterler arasına giren boşluklar çevre ile iletişimi ve ruhsal boşlukları simgeler. Camlar, dairesel şekiller, onun mesafeleri veya sürekli döngüleri şekillendirdiği metaforlar oluyor. Bunları imrendirici bir görsellikle sunar.
Julie’nin arayışlarını, hayal kırıklıklarını olağanüstü oyunculukla yansıtan Binoche için ayrı bir paragraf açmak gerekir. Onun sakin, sade oyunculuğu Julie’ye gerçek, insancıl, ağırbaşlı bir ruh bahşeder. Zamanla ne geçmişinden, ne de kendisini çevreleyen insanlardan ve yaşamdan kurtulamaz. Her hatıranın geri gelmesi konçertonun görkemli müziği ve ekranın kararmasıyla Julie’yi sarsar.
Üçlemenin ikincisi Beyaz, eşitlik teması üzerinedir. Fransız karısından ayrılmak zorunda kalan Polonyalı bir adamın, Paris sokaklarında kalmasını, ezilmesini öyküler. Ve geriye dönüşü muhteşem olur. Kırmızı ise üçlemede yalnızlık ve seçilen yaşamları üzerine etkileyici bir sunum yapar. Jean Louis Trintignant, Irene Jacob başrollerde yaşamın kaçırılmış fırsatlarını anımsarlar. Müzik ve şiirsel anlatımın zirve yaptığı bir filmdir.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024