2016 Cannes’da Olivier Assayas, “Hayalet Hikayesi” ile en iyi yönetmen ödülü kazanırken, eleştirmenleri ikiye bölmüştü. Onaylayan olduğu kadar nefret eden vardı.
Hayaletin soyutluğu üzerine anlattığı hikayesi temelde yalnızlık teması, kendini arayış üzerine kurulu.
Hikayenin ana karakteri Maureen (Kristen Stewart) kalp rahatsızlığı sonucu hayatını kaybetmiş ikiz kardeşi Lewis ile iletişim kurabilmek için Paris’e, onun son oturduğu eve gelir.
Perili köşk gibi karanlık, tekinsiz havası olan evde, ondan yani “öteki taraftan” gelecek bir işareti bekler. Maureen medyumdur.
Meslek olarak parıltılı moda dünyasının içinde, Kyra adında bir mankeninin “kişisel giydiricisidir”.
Assayas, yalnızlık, kendini arayış üzerine kurduğu hikayesinde hayaleti bir sığınma imgesi olarak gösteriyor. Maureen’in medyumluğu, hayaletlerle kolayca iletişime geçmesine izin veriyor. Yaşayan veya ölü hayaletlerle iletişim içinde yaşıyor. Oysa bu tür arayışların olmadığı, moda dünyasının maddeselliği içinde de çalışıyor. Onun bu dünyadaki varlığı bir nevi arafta sıkışmışlık durumu.
Cep telefonuna gelen bilinmeyen mesajları modern telekomünikasyonun, internetin, “var olan/var olmayan” arasındaki sınırları nasıl sildiğinin bir işareti. Eski bir evin kasveti ve modern yaşamın parıltısı arasındaki uyuşmazlık, 19. yüzyıldan kalma spiritüalizm ile harmanlanmış. Uyuşmazlıklar öykünün ruhunu bütünlüyor.
Kristen Stewart yalnızlığı, spiritüel arayışlarını beden diline mükemmel yansıtıyor. Yüzündeki hüzün, melankolik bakışlar karakterini seyirciye geçiriyor.
Seyirciye “tuhaf” gelebilecek bir film “Hayalet Hikayesi”. Hikayeyi dolayısıyla filmi sevebilmek Maureen’i anlamak üzerine kurulu.
Arabalar ve müzik
Beklentinin yüksek olmadığı, farklı tadları beklemediğiniz bazı filmler seyirciyi ters köşe yapar.
“Tam Gaz” bu duruma “cuk” diye oturan bir film. Klişeleri kıran, enfes bir müzikle donanmış herkesin kalbini çalacak türden.
Olay örgüsü Baby adlı ustaca araba süren, kronikleşmiş kulak çınlamasını, sürekli kulaklıktan dinlediği müziklerle bastıran bir genç adam üzerine kurulu.
Geçmişten gelen bir borç nedeniyle banka soygunları düzenleyen bir çete reisinin emrinde çalışmaktadır.
Soygun sonrası sürücülük yeteneğiyle polislerden yakayı kurtarma işi onundur.
Şarkıcılık yapan annesini, kendisinde kulak çınlamasına neden olan trafik kazasında kaybetmiş sonrasında yalnız içe kapanık hayatı, kanunsuz işlere karışmakla geçmektedir.
Hayatı bir lokantada çalışan Debora ile tanışmasından sonra değişir.
Aksiyona gelince...
Araba sürüşlerinin gerçek çekimlerle olduğu ender filmlerden. Ve bu konuda iddalı birçok filme taş çıkartacak cinsten.
İngiliz asıllı yönetmen Edgar Write klişe konulara getirdiği açılımlarla ünlüdür.
Geçmişte Hot Fuzz-Sıkı Aynasızlar, Zombilerin Şafağı, Scott Pilgrim Dünyaya Karşı ile gayet iyi işler çıkarmıştı.
İlk bölümdeki aksiyon komedi, ikinci yarıda sürpriz kırılma ile polisiye sulara kayıyor.
Hele filmin müzikleri yok mu, kelimenin tam anlamıyla “bayram şekeri” tadında.
Onları Baby’nin kulaklığından dinliyoruz.
70-80’ler soul, funk, rock dünyasında Barry White’dan Quenn’e kadar zengin bir seçim bir arada.
Baby’de genç oyuncu Ansel Elgot tam bir keşif.
Karakterini müthiş bir doğallıkla canlandırıyor.
Debora’da Lily James gayet iyi.
Oscar’lı oyuncular Kevin Spacey, Jamie Foxx, Mad Man dizisinden John Hamm karakterlerini kanaviçe gibi işlemişler.
Bu yazın en iyilerinden olmaya aday bu film, serin bir sinema salonunda size iyi gelecektir.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024