Emre Karayel, “Hz. Mevlana, ‘Eğer çok istediğin bir şey olmuyorsa, ya olmaması gerektiği içindir ya daha iyisi olacağı içindir’ demiş. Ben de bekliyorum” dedi
İzmir’in Selçuk İlçesi’ndeki Efes Antik Kenti’nin Dünya Kültür Mirası Asıl Listesi’ne dahil olması
21 yılı aldı. Efes hak ettiği ve bana göre çok geç kaldığı haklı değeri nihayet kazandı.
Evet, ülkemizin çok önemli antik kentlerinden Efes, artık UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde. Zaten ilgi çekiyordu ama dünyanın her yerindeki örneklerde yaşandığı gibi, Efes’e de ziyaretçi ilgisi arttı.
Ben de yaz sezonunu kapatıp Bodrum’dan İstanbul’a otomobille dönerken Efes’e uğradım. Çocukluğumda ailemle çok kez gitmiştim; her sene yolum düştükçe
uğrar, o büyülü atmosferden geçerim.
Madrid’de üniversitedeyken bir kız arkadaşımla bütçemize uygun bir yurt dışı tatili yapmak istemiştik. O dönem seyahat acentelerinde Lizbon’daki Expo’98 tanıtılıyordu. Biz de tam ne olduğunu bilmeden bir hafta sonu tatili aldık. İspanya’dan otobüsle Portekiz’e geçtik.
Lizbon’daki dev fuarın teması, ‘Okyanuslar, Gelecek İçin Miras’ olarak seçilmişti. Tüm dünyadan 11 milyon konuk çeken bu uluslararası fuar, bana 17 yıl önce devasa gelmişti; alan yürü yürü bitmiyordu ve ülke pavyonlarını gezerken çok eğlenmiyorduk. Expo ne işe yarıyordu?
Expo nedir?
Expo, ‘exposition’ yani ‘sergi’ kelimesinin kısaltılmışı. ‘Dünya fuarı’ olarak da bilinen ve 19’uncu yüzyıldan beri düzenlenen, 3 - 6 ay süren bir organizasyon.
150 yıldır yapılan Expo’lar günümüzde, FIFA Dünya Kupası ve Olimpiyat Oyunları’ndan sonra ekonomik ve kültürel etki yaratan üçüncü büyük organizasyon. Bu yıl Expo Milano 2015’te gıda ve beslenme konularında, global ölçekte iletişim sunan evrensel platformda ülkeler kendilerini ‘pavillon’ yani ‘pavyon’ alanlarında sergiliyor.
147 ülkenin katıldığı ‘Gezegeni Beslemek, Yaşam için Enerji’ temalı bir milyon metre kare büyüklüğündeki EXPO Milano’da Türkiye Pavyonu’nu dDf
Yönetim teorisyeni Peter Drucker, insanların ömrünün uzadığını ve şirketlerin de ömrünün kısaldığını tespit etmiş ve insanların artık bir şirketten emekli olamayacaklarını ve ileriki yaşlarında ikinci bir meslek edineceklerini söylemiş; hem de 1970’li yıllarda.
Etrafımda bu söyleme uyan örnekler giderek artarken; 25 sene özel sektörde çalıştıktan ve en son dokuz yıl Metro Group Türkiye Temsilciliği yaptıktan sonra bambaşka iki yöne yönelen başarılı bir kadından bahsetmek istiyorum. Akademisyenlik ve film yapımcılığı yapan Nurdan Tümbek Tekeoğlu.Metro’da çalışırken Marmara Üniversitesi’nde pazarlama alanında master ve doktorasını yaptı. Sinemaya Metro’da benim de sunuculuklar yaptığım - TÜRSAK ile kısa film yarışmaları düzenlerken çok ısındı. Gazeteci eşi Orhan Tekeoğlu da Karadeniz’in yüksek dağlık kesimlerinde yaşayan Karadeniz kadınlarını konu alan ‘İfakat Belgeseli’ni çekmek isteyince kolları sıvadı ve kaş göz yararak yapımcılık mesleğine adım attı.
Keyifle izlediğim ‘İfakat’ umulanın üstünde başarı getirdi. TRT’den ödül aldı ve belgesel Karadeniz’in kadınlarına mal oldu. Daha sonra Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ülkemize çalışmak için gelen Rus kadınlarının Trabzon’da
Türkiye’nin değişmez güzel tatil yörelerinden Bodrum her zaman kalitesi ve duruşu ile ayrı bir yere sahiptir. Yıllardır bu yarımadada yazlıkları olan köklü bir kitlesiyle her bir koyu ayrı bir dünyadır.
Turgutreis tarafına Doğuş Grubu, 12 yıl önce hem iyi bir marina kazandırdı, hem de nefis bir klasik müzik festivali!
Dört gün süresince önemli sanatçıları bir araya getiren 11’inci D - Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali’nin açılış konseri Rus Ateşi’ndeydim.
Biletlerin ilgiyle satın alınması, medeni insanların yaza uygun fazla çaba gerektirmemiş şık ve tiril kıyafetleriyle arz-ı endam etmeleri, nazik tavırları bana – zaten hep inandığım – iyi şeylerin de var olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Bir marinada düzenlenen ilk ve tek klasik müzik festivali olan bu hoş etkinliğin bu seneki açılışında İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası, 79 yaşına rağmen enerjisini kaybetmemiş, saçlarını boyatsa da hakkı olan, İsviçre doğumlu büyük yetenek Charles Dutoit şefliğinde, başarılı Rus piyanist Denis Matsuev’in hünerleriyle Rahmaninov ve Çaykovski’nin bestelerini çaldı. Çok beğendik.
Aynı orkestra ertesi akşam Sarah Chang’in kemanı eşliğinde
Yaz başından beri çok güzel tatil yörelerine, otellere, Bodrum’da yazlığıma gitsem de sanırım gerçek tatili yeni yaptım. Doğanın kucağında, Gökova Koyu’nda büyülü bir cennette!
Şehir stresinden uzaklaşıp doğal yaşamla kucaklaşmak isteyen herkesin hayal edebileceği şeylerin hayata geçirildiğini gördüm. Golden Key Bördübet’te sabah onlarca kuş türünün eşsiz melodileriyle uyandım, kahvaltımı, içinde kuğu, ördek, balık ve su kaplumbağalarının bulunduğu çam ağaçlarının arasında, dağlardan gelen kaynak sularının oluşturduğu dere kenarında yapıp onları besledim. Ayaklarım yemyeşil çimlere bastı, denize gitmek için kah kayığa kah kanoya bindim, özel bir adada plajda kitap okudum, organik bahçeden toplanmış doğal lezzetleri tattım ve gün batımını ada tepesinde eşsiz bir manzarada yaşadım.
Üstelik bu tatile giderken kafam karışıktı; kendimi hayatımla ilgili karar verme sürecinde hissediyordum. Böyle bir zihin boşaltma ve ruh, beden, zihin uyumu için buradan daha uygun bir yer olamazdı.
Doğal bir senfoni
Bir de eylül ayına kadar devam edecek, hani önemli kararlar almamamızı tembihleyen o Venüs Retrosu da gökyüzünde etkisini gösteriyorken, kendimi masajlara bırakmak, bu kadar doğal ortamın
Kararsız kalınan bir durum ortaya çıktığında artık çoğunluk bu şekilde akıl veriyor:
“Akışa bırak!”
Eskiden mantık devreye sokulur, geçmiş tecrübelerden yararlanılır ve toplumsal doğrular göz önünde bulundurulurdu. Artık spiritüel açılımlarla pek çok insan ego kaynaklı ‘zihni’ bırakıp, evrensel enerjiyle bütünleşmiş ‘kalp’ten kararları önemsiyor.
Akışa bırakmak da bu demek işte. İçindeki ‘ilahi güce’ teslim olmak…. Kararları O’nun vermesine izin vermek, O’nun yönlendirdiği yolda ilerlemek, bazen de geri adım atarak sorumluluğu Allah’a bırakmak doğrusu.
Hayatta başımıza ne gelecekse zaten gelecek, olması gereken her şey olacak ve olmaması gerekenler de gerçekleşmeyecek. Bunu idrak etsek ne kadar rahatlarız.
Bu tam bir ‘kadercilik’ değil; dışarıda gördüklerinin aslında kendi algın olduğunu bildiğin zaman, karşına çıkan tüm kişilerin ve durumların sorumluluğunu bizzat kendin alıyorsun.
Öyleyse… Korkudan vazgeç, Sevgiye odaklan ve akışa bırak…
Küçüklüğümden beri bir Bodrum aşığı olarak, son birkaç yıldır tatil rotama Alaçatı’yı da ekledim. Bodrum’un muhteşem koyları varken Çeşme’nin denizini tercih etmem ama Alaçatı’da zevk aldığım zamanlar oluyor.
Şahsi fikrim, Alaçatı keşfedildiği ilk seneler birçok yönden daha keyifli bir bölgeydi; öte yandan yeni açılan kaliteli mekanlarla şimdilerde daha geliştiği de
ortada. Bu fikrime Alaçatı’ya uzun süredir gidip gelenler de katılıyor.
Alkışı hak ediyor…
Bir yerin naifliği, kendine özgü hali, enerjisi değişince orası ilk sevildiği gibi kalamıyor. Popülerlik arttıkça insan yoğunluğu fazlalaşıyor. Servis elemanlarının kalitesi yeterli gelmiyor. Taş evlerden bozma, serpme kahvaltı servisli butik otellerin sayısı artarken kaliteli yerler de yaşantımıza giriyor ama ses geçiren duvarlardan, içi boş buzdolaplı minnacık odalı yerlere kadar bir yelpaze olduğunu da unutmayalım.
Alaçatı’nın şipşirin dükkanları, rengarenk kafeleri ve Ege otlarıyla meşhur restoranları alkışı hak ediyor. Kesinlikle düz ayakkabıyla yürümenizi tavsiye edeceğim Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında gezinmek büyük keyif…