Ölmüş annelerinin yüzlerini unutan çocukların göğüsleri nasıl alçak bir izbandut tarafından sıkıştırılırsa içim öyle daraldı Hrant’ın sesini unuttuğumu fark edince... Ölenlerin kokularını saklamayı icat etseler keşke ve iyi insanlar öldürüldüğünde onları hiç unutmamayı...
Gece... Ekranda bir ses diyor ki “Hrant aynı kaldırımda yatıyor”. Kaldırımdan insanlar geçiyor. O gün orada gördüğüm kan izleri yok artık. Ya da var... Sadece görünmüyor. Bir ses Hrant’ı anlatıyor. Önce sanıyorum ki Hrant’ın sesi. Sonra... Yok, değil. Peki, nasıldı onun sesi? Bir an için, sadece bir an için unutuyorum sesini. Sonra beynimin kuyularından, bir korkulu telaşla bulup çekiyorum, hatırlıyorum sesini. Ne acayip şey. Şimdi de günün birinde, eğer televizyonlar eski bantları döndürmezse, arkadaşımın sesini unutabileceğimin telaşına düşüyorum. Kaç ölmüş arkadaşınızın sesini unuttunuz, düşünsenize...
* * *
Sevgililerden, sevdiklerimizden kalan eşyalar, unutulmuş eşyalar evlerimizdeki... Onlar önce kokularını saklarlar ait oldukları insanların. Sonra günler geçer. Koku, uçup gider. O eşyalar evlerimizin kokularına sarınır, bulanır. Kimseye ait olmazlar artık, kokularını yitirdikleri gün sahipsiz kalırlar. Nereye konur öyle eşyalar? Çöp olmakla hatıra kalmak arasına sıkışıp kalmış gömlekler, fanilalar, eldivenler... Bütün o şeyler, konacak yer bulamadan kendine, bir türlü hatırlanamayan ilk mısraı gibi bir şiirin, dolanır dururlar aklımızda, odalar arasında. Rakel, Delal, Sera ve Arat şimdi, muhakkak öyle eşyalara sahipler. Bu ülkede kaç evde kokularından vazgeçmiş eşyalar var? Askerlerin, gerillaların, tersane işçilerinin, aç çocukların, Murat’ın, Ali’nin, Agop’un, Avi’nin, bir kurşunla, bir bombayla öldürülmüş güzel adamların ve kadınların ne çok eşyası vardır şimdi. Ne bileyim işte, düşündüm de...
* * *
Şunu da düşündüm önceki gece, kaç insanın öldükten sonra çoğalır arkadaşları? Ne iyi bu. Keşke bunları arkadaşımıza söyleyecek melekler olsa, kalbi olan, gazeteleri okuyan melekler.
Müminleri değil, takipçileri değil, savunucuları değil... Başından beri ‘Hrant’ın arkadaşları’ oldu, ya da sonundan beri hikâyenin. Çünkü bir insanın kalbini takip edenlere ancak arkadaş denir. Başka ne? Kalbi binlerce parçaya bölününce bir insanın binlerce kalp geriye. Onun kalbinden konuşan binlerce kişi.
Sesini unutursan yani, konuş. Konuş, kendi sesini dinle. Senin sesin Hrant’ın sesi. Bağırma, çağırma, fısılda sadece. Hrant’ın sesi gelecek sana da.
* * *
19 Ocak’ta, Agos gazetesinin önünde ol. Saat 14:30’da. Hrant’ın sesini unutmaktan korkan ihtimamlı kalplerin hepsi orada olacak.
Orada ol. Çünkü bu sesi her unuttuğumuzda Selendi’de Romanları dövüyorlar. Her unuttuğumuzda bir çocuğun iç organları parçalanıyor bir mayınla. Bir kere unuttuk Kürtleri taşladılar. Unutur unutmaz TEKEL işçilerini dövüyorlar. Ne zaman unuttuk, bir çocuk korkuyor Ermeni olduğunu söylemekten, ser çao demekten, Araplardan nefret ediyor biri, biri mutlaka taşı toprağı insandan önemli zannediyor, öfkelenmeyi sevmeye yeğliyor bir başkası. Sakın geç kalma, çabuk gel. 14:30’da orada ol. Sesini ver. Ver ki ben de unutmayayım Hrant’ın sesini.