Ece Temelkuran

Ece Temelkuran

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Taksicilerden bazıları İstanbul’da zaman tünelleri açarlar. Arabaları emip sizi bugünden başka bir zamana ya da belki başka bir hayata götürürler. Küçük ve korunaklı bir kapsülde, çoğu kez hiç konuşmadan ve fakat hep anlaşarak kayar gidersiniz beraber. Onların işi de budur.
O, tünel açıcılardan biriydi. İşareti, ‘efendimli’ konuşmasıydı. Altmışlarının sonundaki beyefendi, yağ gibi sürerek arabasını beni Taksim’e değil, daha ziyade ‘efendimli’ zamanlara götürdü.

Rakımız aynı...
Ya bir tek onlar biliyorlar o radyo istasyonlarının nereden çıktığını ya da bir tek onların arabaları çekiyor o sinyalleri. Bir tek onların radyoları sabitlenmiş oluyor ‘gönül telini titretenler’ dalga boyuna. Radyoda Emel Sayın çalıyor ve saygıdeğer seyirciler, üstat eserinde şöyle diyor efendim:
“Rakımız aynı/Mezemiz aynı”
Ege kıyılarını anlatıyordu şarkı ve mübalağa sarhoş olunuyordu. Doğal olarak. Emel Sayın’ın sesi yine pudralıydı. Pudralı pudralı...
Hangi kupledeki rakıydı, hangi dizedeki meze bilmiyorum, aniden bir şey oluverdi. Hoop diye çekilip aklım, hoop diye emilip zaman tarafından... Hoop diye...

Vefa Zat’ın fuları
Yıllar önceydi, zaten hep öyle olur. İstanbul’un orta halli semtlerinden birinde bir kapıyı çaldım. Kapı kolu fazla bekletmeden tıkırdadı. Beyaz saçları ve bıyıkları Adalarda-Modalarda, Adalara-Modalara çıkıldığı bir zamanda kesilip, beyazlayıp, şekillenip öyle de kalmış bir beyefendi açtı kapıyı. “Buyurun efendim” dedi. Demişti.
Vefa Zat, o gün jilet gibi ütülü gömleğinin yakasının içini parlak, saten bir fularla doldurmuştu. Hilton’un gece kulübünden, 60’lı yıllardan, o janti gardıroplardan bugüne saklanan fular tek başına dantelli, vitrinli, koltuk takımlı odaya meydan okuyordu. O fulardan bu orta halli evin oturma odasına başka bir hayatın, başka kadınların, başka adamların sesleri, kahkahaları sızıyordu. Ve fakat maalesef jilet gibi ütülü pantolonu Esem terliklerin üzerinde bitiyor, o fular bu odada bu yüzden kendini o kadar yalnız hissediyordu.

Rakı kılıfı
Vefa Zat, yıllar önceki bir günde işte, bana ‘rakı kılıfı’ hediye ediyordu. Rakı kılıfı? Beyaz dantelden, bardağı yarı beline kadar kavrayan bir kılıf. Beyefendiler, eski meyhanelerde bunları ceplerinde taşır, rakı ellerinin ısısıyla ılınmasın diye bardak doldurulmadan bu kılıfları takarlarmış. Vefa Zat bunları bana eklemli eklemli elleriyle anlatıyordu. “Rakı bardağının dibi eskiden sivri olurdu ki, masanın yanındaki buz havuzuna batırılabilsin. Eskiden rakıya buz konulmazdı” diyordu. O rakı kılıfı, kaç evdir benimle birlikte taşınıyor.

Esrar-ı hakikat
Takside ise kucağımda bir kitap duruyor. Spinoza’nın “Tanrıbilimsel Politik İncelemesi” ile Zadie Smith’in “İnci Gibi Dişler” kitapları arasında duruyor. Adı efeleniyor:
“Biz rakı içeriz”
Vefa Zat son kitabını yazmış. Kitabın sayfalarından birinde o rakı kılıfları. Model model. Koyu renk harflerle yazılmış bir satır alıyor insanın gözünü:
“Esrar-ı hakikate müdavele-i efkâr ile varılır”
Hakikatin esrarına varmak için konuşmak lazım diyor yani.
Kitap alınsın. “Rakıya göbek attırmak” neymiş öğrenilsin. Rakının incelikleri öğrenilsin. Lazım bugünlerde, lazım...
Ve bu yazıyı yazarken insan uzuuun uzuuun Ergenekon’la ilgili ne yazması gerektiğini düşünüyor...