Ece Temelkuran

Ece Temelkuran

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Depremde, Düzce'de canlı yayın yapacağız. Etrafta hırslı canlı yayın ekipleri ve ölü sayılarına kilitlenmiş haberciler. Birinci gün, ikinci gün... Canlı yayınlar, ölü sayıları, sayılar, sayılar ve elbette asabi korumaları, gıcır makam arabalarıyla zaten toz duman olmuş felaket alanında "mühim adam" telaşlarıyla iyice toz kaldıran "yetkililer"... Canlı yayın ekipleri de onların peşinde. Sonunda bana bir öfke geldi. Gittim bir evin bahçesine oturdum. Canlı yayın arabasını hiç de "haber değeri" olmayan bu sakin yere kurdum. Bir yaşlı karı-koca, yanlarında kurtardıkları peynir ve zeytin tenekeleriyle oturmuşlar. Acıklı bir şeydi, tenekelere can havliyle sarılmış ihtiyarlar. Başladım konuşmaya:
"Şimdi buradaki insanlar bizim için haber. Ama yarın buranın 'haber değeri' kalmayacak. Ölü sayılarının artışı durunca biz gideceğiz."
Bu sırada stüdyoyla bağlantımı kuran kulaklığım düştü ve ben artık ne söyleyeceksem hepsini söyledim CNN Türk ekranından:
"İnsan ölümleri istatistik değildir. Her bir ölüm trajik bir hikayedir. Ölü sayılarının not edildiği küçük gazeteci defterleri..."
Birkaç gün sonra beni CNN Türk'ten attılar. "Ölü matematiğinden" ve diğer gerekli hesap-kitaptan sınıfta kaldık galiba...

Konya muhtemelen şimdi aynı öyle. Bir yandan acıyla bir yandan da "felaket siyasetiyle" boğuşuyor insanlar. Önce Başbakan gidiyor Konya'ya. "Böyle şeylere izin vermemeliyiz" diyor felaket sahnesine müsait bir yüzle. Sonra elbette Deniz Baykal, sportmen siyasetçi olarak bej montuyla olay yerinde. Her ikisi de "denetimlerin daha iyi yapılması gerektiğini" söylüyor. Hatta Baykal'ın canlı yayını sırasında, yayın bitti sanılıyor. Bir TV muhabiri "Deniz bey, sizi canlı yayına alsak" diyor, "İkimiz baş başa"! Baykal, teklife sıcak bakıyor; zira mesele felaket üzerine söz söylemekte. Bu fırsat kaçmamalı yani. Hem de belediye seçimleri arifesinde!
Daha usturuplu görünen Başbakan ise... Dünkü Cumhuriyet gazetesinde Bülent Sarıoğlu, Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na AKP'den aday olan müteahhit Zafer Kara'nın kamu ihalelerine katılmaktan yasaklı olduğunu ortaya çıkarmış. Gerekçe: İnşaatlarda hileli malzeme ve usuller kullanmak! Konya'daki felaket konusunda çok hassas olan Erdoğan'ın partisi yani, kumdan apartmanlar yapanları belediye başkanlığına aday göstermiş! Hassasiyet üst boyutta velhasıl...

Bir de açgözlülük meselesi var memlekette. Kazandıkları parayı, eğer kazanabiliyorlarsa, hayata değil derhal ve hızla mülkiyete tahvil eden halkımın talebidir hızla ve çok sayıda ev yapılması. Türkiye'de insanlar ev almaktan, mülk sahibi olmaktan başka bir hayatı genel olarak bilmezler. Bu açgözlü talep de elbette açgözlü arz ile karşılanır. "Evim olsun, kumdan olsun"dur mesele, nasılsa "Türklere bir şey olmaz"dır! Maliye Bakanı Unakıtan'ın coşkulu, müjdeli sözlerini hatırlayınız:
"40-50 bin liraya ev alacaksınız, ev!"
Yaşasın!

Başka türlü siyasetçiler de mümkündür oysa. Laf söylemek yerine, bütün "mühim zevat" sembolik olsa bile, asabi korumalarını, kaşmir paltolarını ve aynalı makam arabalarını bir kenara bırakarak sessizce (!) enkaz kaldırma çalışmalarına katılabilirlerdi mesela. İşin bir ucundan tutabilirlerdi yani, canlı yayın ekiplerini peşlerinden sürükleyip toz kaldıracakları yere. Başbakanın taş kaldırması olmaz mı diyorsunuz? Bir enkazdan taş kaldırmak bazen başbakan olmaktan daha önemlidir oysa. Hatta düşündüm de, bazen değil, çoğu zaman öyledir aslında...