Yavuz Odabaşı - Sessiz istifa, meslektaşlarla, öğrencilerle bağların kopmasına, birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olabilecek bir sorun olarak gündemde durmaktadır. Olumsuz enerjinin oluştuğu bir kültürel ortam ve kendini sınırlandırma gereğinin ortaya çıktığı bir sonuçtur yaşananlar. Ne yazık ki, işten alınan tatmin ve işe verilen anlam zenginliği kayboluyor. Akademik personelin adanmışlıklarının eksildiği, coşkularını ve ilgilelerini yitirdikleri, çıktılar hakkındaki titizliklerini kaybettikleri üniversiteleri öğrenciler ve aileleri seçme yoluna gitmeyecektir. Üniversiteli olmanın getireceği doyum ve entelektüel zenginlik kaybı ise öğrenci kayıtlarında kendini somut olarak da gösterebilecektir.
Tanımlanmış görevlerin, etkinliklerin ötesinde, öz disiplinle görevlerin yerine getirilmesinin yanı sıra üniversitelerde tatmin, kadro ve unvanlardan başka soyut motivasyon araçlarıyla da yaşanabilmektedir. Akademik personeli “girdi-çıktı” anlayışında bir maddiyat ekseninde güdüleme yeterli olamamaktadır. Sosyal bilimler ve sanat alanları başta olmak üzere her alanda artık sadece “girdisi çıktısı” belli bir yönetim modelinin dayandığı akıl, bilim, bilinç, bilgi değil, insani özellikler olan duygular, iç görüler ve sezgilerle birlikte ele alınmalı. Kurumsal bağlılık, daha fazla mesai, fikir öne sürme, proje üretme, ortaklıklar kurarak iş birliğine yönelme sadece ekonomik getirilerle sağlanamıyor artık. Daha iyi çıktıların sağlanabilmesinde zaman ve çaba harcamada yetkinlik, yeterlilik ve verimlik sağlayabilmek için yenilikçi yaklaşımlara ihtiyaç var. Görevlerin yerine getirilmesinde bir sorun olmamakla birlikte, “işin yaşamın merkezinde olması” anlayışı değişiyor. Akademik personel, araştırma, yayın yapma gibi uğraşlarının büyük bir bölümünü eğitim-öğretim zamanının dışındaki çalışma saatlerinde yerine getirebilmektedir. Zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı her türlü önlem ve motivasyon aracı teknolojinin de yardımıyla sessiz istifayı önlemek için kullanılabilmelidir. Pandemi günlerinde, uzaktan eğitim yaparak ev-ofis karmasında derslerin yürütülmesi bu konuda verilen güzel bir örneği oluşturmaktadır. “Biz her zaman böyle yaptık”, “bizim zamanımızda hep böyle yapılırdı” anlayışı var olanı tekrarladığı, değişime ve yeniliğe pek de açık olamadığından artık geçerli olamaz. Otoriter ve disiplinli yönetim anlayışı ile başarı ve verimlik gelse bile, yaratıcı ve yenilikçi çalışmalar daha demokratik ve katılımcı olmayı, adanmışlık, tutku ve kapsayıcılığı gerektiriyor.
Olumsuz duygular arttı
Olumsuz ve kutuplaştırıcı bir akademik atmosfer, unvan almak ve kadroyu elde tutabilmek için araştırmada, eğitimde ve toplumsal hizmetlerde görevlerin ötesinde verilecek işlere geri durulsa bile katlanmak durumunda kalınabilmektedir ve bu durum daha iyisini ve kalitesini yapmaya yönelik yaratıcı ve yenilikçi uğraştan vazgeçmek anlamına gelmektedir. Liberal, muhafazakar gibi aslında yazılı olarak da açıkça belirtilmeyen yapay ayrımlarla önerilen vizyon ve misyonlara ek olarak, uluslararası-küresel, milli-yerel, bölgesel-merkez-taşra ve benzeri sınıflandırmalar da üniversite sisteminde yer almaya başladığında sessiz istifa kaçınılmaz olmaktadır. Siyasal ortamdaki kutuplaşma, pandemi stresi, ekonomik sıkışmışlık ve diğer stres yaratanlar unsurlarla birlikte kızgınlık, üzüntü, nefret gibi olumsuz duygular yükseliyor. Kendilerini görmek istedikleri, olmayı arzuladıkları yer ile hissettikleri, deneyimledikleri, kendilerine sunulanlar, yani yaşadıkları gerçeklikler arasında uçurumlar oluşuyor. Atamaların güç ve iktidar odaklı bir siyasetin kontrolüne vermeye arzulu bir yapı, hem ehliyet ve liyakat boşluğu yaratabiliyor hem de adalet ve eşitlik arayışı kolektif bir duygu olarak yaratıcı ve yenilikçi enerjiyi entelektüel enerji ile birleştirme sorunu yaratıyor. Öğretim elemanlarının özel yaşam, iş ve kariyerlerini etkileyebilecek yönetim üzerinde bir serzenişte ya da yakınmada bile bulunamaması, eleştirel öneriler yapamaması durumu kabul edilmemelidir. Yönetim hiyerarşisi, her türlü eleştiri, şikâyet ve beğenilmemeyi doğrudan “hiyerarşik varoluşa karşı olmak” diye algılamaktadır. Bu durum; suskunluk, sessizlik, içine atma gibi eğilimleri artırdığı gibi, nemelazımcılık, çoşku yitimi, kurumsal aidiyet düşüşü ve kendi dışındaki sorunları sahiplenmemeyi de beraberinde getirebilmektedir. Üniversitelerimiz, yeni yüzyılın yenilik ve yaratıcılık motoru olabilecek yüksek öğretimin yetenek geliştirici “yaratıcı üretkenlik ” için eğitim ve öğretimde pivot olabilme fırsatını kaçırma ve geriye düşme durumuyla karşılaşabilir.
Sonuç
Pandemi sonrası, tüm dünyanın düşüncelerinde, beklentilerinde, yaşamlarında, anlayışlarında ve uygulamalarında büyük değişimler oldu. Bu durum göz önüne alındığında, “bizde böyle şeyler olmaz ” demenin yerine, yeni durumu yeni baştan ele almak durumundayız. Hele ki “yeni şeyler söylemek lazım”, “yeni yüzyılda” gibi söylemlerin ülke yöneticileri tarafından dile getirildiği bir zamanda. Pandemi bu konuda da bir kapı açtı. Eskinin normaline geri dönmek artık mümkün değil.
İçinde bulunduğu koşullar çerçevesinde, “özel yaşam-iş yaşamı” arasında uyum ve denge kurma konusunda bir düşüncesi yokmuş, yetkisi yokmuş, yeterli iş deneyimi yokmuş varsayımlarıyla muamele görmenin yarattığı pasif bir konumun içinde kendini sıkışmış hisseden akademisyenlerin ruh hali görmezlikten gelinebilir mi?
- Bitti -