Bülent Akarcalı / bulent@bulentakarcali.com
‘Türkiye Diktatörlüğün Eşiğinde mi?’ İngiltere’nin ciddi kabul edilen Ekonomist dergisinin attığı bu başlık tesadüfü ya da demokrasi aşkından değildir. İngiliz hükümeti demiyorum doğrudan ama dolaylı yolla Batı kamuoyuna gönderdiği ve beni takip edin içerikli bir yönlendirme mesajıdır.
Kıta Avrupası’nda pek rastlanmayan ama Anglo-Sakson iki ülke ABD ve İngiltere’de özellikle dış politika konularında, nabız ölçmek amacıyla devletlerinin görüşlerini sayfalarına, ekranlarına taşıyan bir basın ve medya dünyası yanında, bir de ABD’de olan dış ilişkiler konseyi gibi bağımsız görüntülü etkili kuruluşlar vardır. Belirttiğim bu konseyde mesela her yazısında ülkemize ağır husumet içeren Robert Lubin gibi adamlar bulunur. Bu ilişki ağırlıklı olarak Dışişleri’nden geçer.
Ayrı ve bağımsız görünse de ABD’de CIA, Dışişleri Bakanlığı ile iç içe ve el ele çalışır.
İngiltere’de yapı oldukça ilginçtir. Dış istihbarat teşkilatı, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bulunan tek ülkedir. Hayali de olsa meşhur film kahramanı James Bond bir Dışişleri görevlisidir.
Görevlerinde, insani amaçlı kurulmuş olan veya öyle görünen tüm uluslararası sivil toplum kuruluşlarına sızmak da vardır.
Örneğin, zamanında her yıl kaybettiği 20.000 üyenin yerini ve kaybolan bağışların yerini doldurmak için Türkiye’yi hedef alan ve aleyhte çok ağır kampanya yürüten Uluslararası Af Örgütü bunlardan biridir. Londra’daki merkezlerini ziyaret etmemizi bir türlü kabul etmeyen bu örgüt, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’nin devreye girmesiyle anında randevuyu vermişti.
Esas araştırılması gereken Ekonomist’in kapak başlığı ve yazısının arkasındaki amacı ne ve güçlerin kimler olduğudur. Dergi Lawrens’in basılı halidir!
Görevi esnasında güzel Türkçesi, Beşiktaş sevgisi, samimi tavırları ve rehber köpek eşliğinde dolaşan görme engelli zarif eşiyle büyük sempati toplamış olan, Türk dostu olduğuna inandığım ve Ankara’dan sonra Dışişleri Bakanlığı’nda İstihbaratın başına getirilen eski İngiliz büyükelçisine sorma imkanımız olsa, belki Ekonomist’in durup dururken bizi neden öpmeye çalıştığını anlayabilirdik.
NATO üyeliği
Meseleye PKK’ya yönelik vurdumduymazlıkları dışında başka bir cepheden bakmak istiyorum.
Zengin ve refah içinde yüzen bu iki ülkenin Rusya’dan korkup, NATO’ya girmesi bu kadar kolay olamamalı.
Türkiye örneğinden bakarsak: Biz 1952 den bu yana soğuk savaşın tüm ağırlığını yaşamış, refahımız ve ekonomik gelişmemizden fedakârlık yaparak savunmaya yüksek bütçeler ayırmış, gençlerimize 24 aya kadar askerlik yaptırmış, güçlü bir ordu oluşturmak için milletçe çalışmışız.
Tam 70 yıl sonra, kasası para dolu ama ordusu üç beş bin askerden oluşan, milli geliri bizimkinin 5-6 katı olan ve NATO’ya yük olma dışında uzun yıllar hiçbir askeri katkıda bulunamayacak bu iki ülke gelip bana da yer verin diyor.
Dünya’nın en zengin iki ülkesi, NATO’nun 63 yıllık bilgi, birikim, deneyim ve gücünden, yüzlerce tesisinden, askeri üslerinden ceplerinden bir tek dolar çıkmadan yararlanacaklar. Olacak iş değil.
Bana göre, NATO üyeliğine aday ülkenin nüfus ve ekonomik durumuna göre bir giriş ücreti ödeyerek, mevcut üyelerin uzun yıllar boyunca yaptıkları katkıları paylaşmaları gerekir. İsveç’in en az 10, Finlandiya’nın da 5 milyar dolar NATO ya giriş katkı payı ödemelerini istemek makul sayılmalıdır. NATO’da böyle bir uygulama yok diyenlere cevabım ise “Her şeyin bir ilki vardır” olur.
İsveç
Uygar bildiğimiz bir ülkenin önce bir akademisyeni küstah ve bencil bir tavırla Erasmus bursuyla giden gencecik kızımızın yanında eğitim görmesini “Türkiye, İsveç’in NATO’ya girmesini engelledi” gerekçesiyle reddediyor. Arkasından akıl ve mantık dışı bir kararla, bir sapık herifin Türk Büyükelçiliği önünde Kuran-ı Kerim’i yakmasına izin veriliyor. Sırf bu adamların yüzüne tükürmek için İsveç’e gidesim geldi. Belki de gerçekten gidip tükürsem iyi olur.
Beğenmedikleri Müslüman ülkelerin herhangi birinde Tevrat veya İncil’in bir ülke elçiliği önünde yakıldığını duyan var mı? Kuran-ı Kerim’e, ülkemize, devlet başkanımıza yapılanların hakaret sayılmadığı bir ülkede, tükürük bezlerimi kullanmayı ifade özgürlüğünün bir yöntemi olarak gidip kullanmayı çok isterim.
Bu arada, kendisini okutup büyüten ülkesini suçladığı ve aşağıladığı için İsveç’in Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş yazarımız da, bu davranışları duyduktan sonra belki pişmanlık duyar ve sonra o ödülün pek de ahım şahım bir şey olmadığını anlar sanırım.