BÜLENT AKARCALI - 50 yaşın altındakiler pek hatırlamaz. 1990’a kadar bugünkü Almanya Batı ve Doğu (Sovyetlere bağlı komünist rejim) olarak ikiye bölünmüştü.
Batı Almanya’nın refah ve özgürlük düzeyi Doğu Almanya’da yaşayanların Batı’ya kaçmalarına yol açıyordu. Bu kaçışları hem teşvik etmek hem de gelenleri ağırlamak için Batı Almanya çok cazip bir siyasi sığınmacı politikası oluşturdu. Gelenlere güzel bir barınak, maaş daha sonra da iş imkanları sağlıyorlardı.
1975’lerden itibaren vatandaşlarımız bu durumun sağladığı imkanları fark edip, gidip Almanya’da iş aramak yerine uygun bir gerekçe gösterip siyasi sığınmacı hakkı talep etmeye ve bunlardan yararlanmaya başladı.
Vize uygulama duyurusu
Özellikle Güney Doğu kökenli vatandaşlarımızın “Kürt olduğumuz için bize zulmediyorlar” demesi yetiyordu. İlk yıllarda bir kaç bini bulan sığınmacı sayısı 1970’lerin sonunda 70.000’ne yaklaşınca Almanlar uyandı ve biraz da teşvik ettikleri bu durumun kendi aleyhlerine geliştiğini anlayınca, Türklere vize uygulanacak haberini yayarak, Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın ve de Ankara’nın tepkisini ölçmek istediler. Ankara o dönemde sağ-sol terörü ve koalisyon hükümetleriyle boğuşuyordu. Kısa süre sonra ne Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızdan ne de Ankara’dan cılız da olsa ciddi hiçbir tepki çıkmayınca, 9 Temmuz 1980 tarihinde Türklere vize uygulayacağını duyurdu.
İltica, ikamet ve yerleşme hakların kötüye kullanılması, sığınmacı sayısında olağanüstü artış, kararın gerekçesini oluşturuyordu. Almanya yaptığı açıklamaya “üç yıllık bir sürenin ardından Türklere vize konusunu yeniden ele alınacağını da” ekliyordu, Kısa bir süre sonra diğer Avrupa ülkeleri Almanya’nın izinden gitti. Üç yıl sonra gözden geçirme ise gündeme gelmedi. Biz de getirmedik.
Mensubu olduğum Anavatan Partisinin iktidar dönemi dahil bu konuda Türkiye ciddi adım atamadı. Hele tüm AB ülkelerini kapsayan Schengen vizesi uygulaması ve AB’nin oyalama politikaları son darbeyi vurdu. Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde yaptığı girişimler de vize “yakında kalktı, kalkıyor” ifadelerinin ötesine gidemedi.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi kararı
1980 yılına kadar Ankara’da Belçika’nın ticaret müşaviri olarak görev yaptığım dönemde vize uygulamasının başlayacağını birebir yaşadım. Bunun vatandaşlarımıza getireceği zahmetlerin neler olacağını, vize uygulanan başka ülke vatandaşlarının Belçika vizesi almak için çektikleri sıkıntılardan görmüştüm. Yetkilileri uyarmaya çalıştım ama tabii gücüm yetmedi. Aslına bakarsanız bu konuda ülkemizde toplum, iş ve akademik dünya ve Devlet’te ciddi bir bilinçlenme olmadığı için siyasi hayatımda da çabalarımın karşılığının alamadım. Yine de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde görev alan milletvekili arkadaşların (AKPM) yoğun bir çalışma, birebir ilişkiler sayesinde ve de Alman Başbakanı Helmut Khol’ün Batı Berlin’de toplanan AKPM üyelerine yaptığı konuşma ve bu konuşmaya, milletvekillerimiz adına verdiğim cevabın yarattığı etki sonucu “1985’de, AKPM’den, Türk vatandaşlarına uygulanan vizenin kaldırılması konusunda karar çıkmasını, Türk delegasyonundaki arkadaşların da desteğiyle” sağladık. Ancak ne kendi hükümetimi ne de dışişleri bakanlığını bu fırsattan yararlanıp ciddi girişimlerde bulunmaya ikna edemedim. Basınımızda konuya hiç ilgi duymadı.
Neydi Kohl’ün konuşması?
Bölünmüş Almanya, her yıl AKPM üyelerini, tüm masraflarını karşılayarak., 3-4 günlüğüne Almanya’ya davet eder ve orada duvarla ikiye ayrılmış Berlin’i gösterip biraz da kendilerini acındırıp, bu duruma son verilmesi için diğer Avrupa ülkelerinin desteğini arardı. Şehir gezisinden sonra Kohl “işte görüyorsunuz, aileler bölünmüş anneler çocuklar bir tarafta babalar diğer, birbirleriyle görüşemiyorlar , bir araya gelemiyorlar vs.” içerikli bir konuşma yaptı. Soru cevap kısmına geçilince ben de söz alıp, “Şu anda Batı Almanya’da yaşayan Alman dostlarımızın acısını en iyi anlayacak olanlar biz Türkleriz. Biz de ailelerin bölünmesinin, bir oğulun babasını anasını cenazesine dahi katılamayışının, babalarını özleyen çocukların hasretinin ne olduğun çok iyi biliriz. Ama bu acıları bize yaşatan Sovyetler değildir, AKPM ve NATO’da beraber olduğumuz, Sovyet saldırısında kendilerini korumak için askerimizi şehit edeceğimiz Almanya’nın bizler uyguladığı vizedir”.
Önce bir sessizlik arkasında ciddi bir alkış sesi geldi. Daha sonra AKPM’nin merkezi olan Strasburg’da yapılan oylamada vizenin kalkması kararının onaylanmasında Berlin’deki konuşmanın etkili olduğunu gördüm. Başbakan Kohl’e kendi kalesine gol attırmıştık ama sonunu getirememiştik. Henüz AB ülkelerini kapsayan Schengen vizesi başlamamıştı. Almanya’nın 1980 vize başlatma duyurunda üç yıl sonra durumun değerlendireceği sözünü bile kendilerine resmen hatırlatmadık.
Sömürgecilikten miras vize, bir ülkeyi haraca bağlamanın kibar adıdır.
Vize uygulaması bir haksızlık, eziyet olma yanında vatandaşlarımıza ciddi bir maddi külfet getirirken AB ülkelerine çok ciddi gelir sağlamaktadır. 30 yıldır ABD dahil hiçbir AB ülkesi Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerine para göndermemektedir. Tüm maaşlar, binaların masrafları, temsil harcamaları vize gelirleriyle ödendiği gibi, kalan miktarda maliye bakanlıklarına gönderilmektedir.
Tam bir rakam çıkarmak şu anda mümkün değilse de, çok kabaca şöyle bir hesap yapabiliriz. Kovid salgını öncesi 5 yılın ortalamasına göre yurt dışına bir yılda çıkan vatandaş sayımız 7,7 milyondur. Bunların 3,7 milyonunun vize ihtiyacı olmayan ya da vize talep etmeyen ülkelere gidenler olduğunu varsaysak geriye 4 milyon kalır. Ortalama vize bedeli 80 avrodan tam 320 milyon avro/yıl vergisiz gelir elde etmektedirler. Bu kanayan yaraya vize dosyasına gereken evraklar için ödenen paralar ve harcanan zamanlar da eklenince AB’nin vize uygulamasının bize yılda en 500 milyon dolara mâl olmaktadır. Bunun bir sömürgecilik kalıntısı olduğu açıkça görülmektedir.
Vize tam bir haksızlık kaynağıdır.
Reddedilmesi keyfidir, kuralı, açıklaması yoktur.
AB’li iş adamı, akademisyen, sanatçı akşam karar verip ertesi sabah Türkiye’ye gelebilirken Türk muhatabı bu imkândan mahrumdur.
Almanya’da, Fransa’da uluslararası toplantıların resmi davetli akademisyen, sanatçı, iş adamının talebi gerekçesiz reddedilebilmektir.
Anne, baba, çocuk eş, kardeş gibi birince dereceden yakını ölmek üzere olsa dahi vize alabilmek en iyi durumda haftalar sürmektedir.
Vize talebinde sunulması gereken evrak, belge sayısı inanılmaz miktardadır. Karşınızda konuşabileceğiniz bir muhatap yoktur.
Vize başvuruları yabancı kökenli aracı şirketlere yaptırılmaktadır. Onlar da ayrıca ücret talep ederler.
Sporda mütekabiliyet uygulaması yapalım
Uluslararası maç ve yarışmalara katılan sporcularımıza ve Milli Takımlarımıza dahi vize vermede sıkıntı yaşatan ülkelerle karşılaştık.
Spor federasyonlarımızın resmi karşılaşmalara katılan sporcu ve yöneticilerden vize istenmemesi yönünde çalışma yapması son derece yerinde olur. Bunu başaramadığımız takdirde mütekabiliyet uygulayarak, resmi müsabakalar için bizim sporcularımızdan vize isteyen ülkelerin sporcularına vize uygulanır. Bu kararımız da ilgili uluslararası federasyonlara ve de ülkelere bildirilir.
Fransa ve İspanya’nın çiğliği
Vize bir ülkeyi ziyaret için o ülkeye giriş ve belirli bir süre kalış hakkı verirken Fransa ve İspanya bir adım ileri giderek, kendi ülkelerini ziyaret etmeyecek, giriş yapıp konaklamayacak, yalnız ve yalnız hava alanlarından aktarma yaparak başka bir ülkeye transit gidecek yolcular için de vize şartı getirdi. Yani herhangi bir uçak şirketiyle İspanya üzerinden aktarmalı Latin Amerika’ya gidecekseniz ayrıca İspanya vizesi almak zorundasınız. Bizle alay etmek olan bu duruma maalesef resmi ve özel tüm kurumlarımızla sessiz kaldık. Fransız ve İspanya elçilikleri de alınan kararın gerekçesini Türk Halkına açıklanma nezaketini göstermediler. Hadi Fransa’nın bize karşı kaba ve nadan tutumu var ama İspanya’nın Fransa’nın suyunda gitmesine şaşırdım. O Fransa ki, AB üyelik sürecinde tarım ve balıkçılık politikaları nedeniyle İspanya’yı süründürmüş, ayrıca Bask terör örgütü ETA’ya desteğini esirgememişti.
Bu karar güçlü olana işlemez
Ben hiç olmazsa THY’den “aldığınız bu karar biz Türklere, yani güçlü olana işlemez, THY dünyanın her yerine Fransa ve İspanya’dan aktarma yapmadan gidebilen bir şirkettir” demesini ve Halkımıza da “Dert etmeyin, Bize güçleri yetmez, Türk Hava Yoları varken bu gibi kısıtlamalar bizi bağlamaz” güvencesini vermesini beklerdim. Kaldı ki bu iki ülkenin aldığı karar Türk yolcuların THY’yi tercih etmelerini sağlayacaktır.