Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Emekli Orgeneral Aytaç Yalman

29 Temmuz 1940 yılında İstanbulda doğdu. 1960’ta Kara Harp Okulundan, 1961’de Piyade Okulundan, 1971’de Kara Harp Akademisinden, 1976’da Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. 1986’da tuğgeneral rütbesine terfi ederek Kara Harp Okulu Komutan Yardımcılığı’na, 1987’de 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı’na atandı. 1990’da tümgeneral rütbesine yükseldi. 1990-1993 yılları arasında Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı, 1993-1994 yılları arasında Piyade Okul Komutanlığı yaptı. 1994 yılında korgeneral rütbesine yükselerek Kara Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı görevine atandı. 24 Ağustos 2000’de Jandarma Genel Komutanlığı görevine atandı. 24 Ağustos 2002’de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildi. TSK Üstün Hizmet Madalyası, Üstün Cesaret Madalyası, Altın Şeref Madalyası sahibidir.

Haberin Devamı


Çanakkale zaferinin 100. yılı münasebetiyle çeşitli etkinlikler ve kutlamalar gerçekleştirilmektedir. Kuşkusuz bu anlamlı zaferin milletçe coşku içinde kutlanılması son derece anlamlı ve toplumu manevi anlamda birleştirici bir olaydır.
Ancak yaşananlara ve yazılan yazılara, görsel basındaki görüntü ve konuşmalara baktığımızda hep birbirinin tekrarı olduğunu, TV’lerde bazen Çanakkale ile ilgisi olmayan türkü ve savaş görüntülerinin olduğunu üzülerek izlediğimi ifade etmeliyim. Bu nedenle Çanakkale Savaşı da dahil olmak üzere şanlı tarihimizdeki olayları edebi anlamda tüm gerçekleri ile yazmak ve özellikle sahne eserleri haline getirerek topluma mal etmek, fevkalade önemli bir görevdir. Bu duygular ile yazdığım iki ayrı Çanakkale Savaşı konulu sahne eserine temas etmeden önce vatan sevgisini konu alan genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Yıllar önce vatan sevgisi ile sanat ilişkisini anlatan bir kitap yazdım ve telif hakları “Mehmetçik Vakfına” devrettim. Kitabın adı “Vatan Sevgisi ve Sanat” idi. Bu kitaptan kısaca bahsetmek isterim.
Ulusal birlik ve bütünlüğümüze giderek zarar verecek boyutlara ulaştığını değerlendirdiğim aşırı farklı görüş ve fikirlerin ortak bir zeminde buluşturulması fevkalade önemlidir.
Milli Mücadele ruhu
Bu nedenle; soruna sanatın estetik yaklaşımı ile çözüm bulunabileceğini düşündüm. “Vatan Sevgisi ve Sanat” isimli kitabı bu amaçla yazmış bulunuyorum.
Bu ulvî kavrama, kişi ve kuruluşların entelektüel birikimleri ve amaçları doğrultusunda farklı anlamlar yüklemeleri doğaldır. Ancak, bizim bu konudaki anlayışımıza göre vatan sevgisi; “Aynı ülkede yaşayan, aynı devlete ve millete mensup, aynı değerleri paylaşan insanların ortak paydasıdır”.
Hayatım boyunca kendimi daima bir vatansever olarak ifade etmeye çalıştım. Ancak, bizim vatanseverlik anlayışımız, ülke ve millet bütünlüğü içinde farklılıkları kabul eden ve onları içselleştiren bir anlayıştır.
Bu kavram; fikrî, ahlakî ve sanatsal yargılarımız ile şekillenir. Kuşkusuz, vatan sevgisi; millî birlik ve bütünlüğümüzün bozulmasına müsaade etmeksizin farklı görüş ve fikirleri içinde barındırabildiği ve bu kavramların vatanın ve ulusun kültürel zenginliği olarak görülebildiği ölçüde güçlenecektir.
Mehmet Akif Ersoy “Çanakkale Şehitlerine” şiiri, Millî Mücadele’nin önsözü sayılan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün dâhi bir komutan olarak yıldızının parladığı Çanakkale Savaşlarını destanlaştırarak anlatılmış; bu şiir, vatan ve millet şuurunun toplumda yerleşmesine zemin hazırlamıştır. Henüz Millî Mücadele devam ederken kaleme alınan ve mücadelenin kazanılacağına olan inancı dile getiren “İstiklâl Marşımız” ise bu şuurun Millî Mücadele’yi kazanan ortak ruha dönüşmesinin ifadesidir.
Yıllar süren savaşların ardından esaret ve yok olma tehlikesini, ölümü, hasreti, yokluğu, acıyı ruhunda ve bütün benliğinde bu denli yoğun hissetmiş, vatanını ve özgürlüğünü bunca ağır bedeller ödeyerek yeniden kazanmış bir toplumun, edebiyatının ve müziğinin bu duygulardan uzak kalması mümkün değildir. Millî Mücadele ruhunun anlatılması ve yaşatılması, bu yüce duyguların ürünüdür. Bu duygu, vatanımızın tehlikeye düştüğü, toplumsal ayrışma ve buhranların baş gösterdiği dönemlerde daha derin ve yoğun bir biçimde dile getirilmelidir. Bu görevin değerli edebiyatçılarımıza, müzik adamlarımıza ve aydınlarımıza ait olduğunu düşünüyorum. Çünkü, yalnızca bu yol ile vatandaşlarımızın duygu dünyasına ve hissiyatına tercüman olunabilir.
Sanat insanları birleştirir
Vatan sevgisi kavramının gelişmesinde ve onun sanat ile ifadesinde dünyada ve ülkemizde belli dönemlerin çok verimli olduğunu görüyoruz.
İnsanlığın yarattığı ortak ürün olan kültür ve sanat eserleri, bize insan varlığının temelde saklı kalan değerlerini ulaştırır. İnsan yaşamının biçimlenmesinin ortamı, kültürdür. İnsanlar belli bir kültür ortamında doğar, o geleneklerle yoğrulur ve onun içinden kendini yaratır.
Aslında kültürler birbirinden kopuk değildir, çeşitli yollarla birbiriyle kaynaşmıştır. İnsanlığın başlangıcından bu yana geçen dönemlerin en belirgin izlerini taşıyan en eşsiz gösterge ise müziktir. Müzik, görünmeyenin şekillendirilmesini ifade etmenin en güçlü aracıdır.
Bilindiği gibi; insanların kullandığı ortak dil müziktir. Ortak dil, ortak payda olan vatan sevgisi ile bütünleşince kavrayıcı ve birleştirici sonuçlar elde edilir. Çünkü birlik ve bütünlük içindeki çeşitlilik; kültür ve sanatın gerekliliğini ve önemini daha da belirginleşecektir. Sanat özellikle müzik insanları, özgün ve estetik bir anlayışta birleştirir, bu yönü ile ortak bir fikir dünyası geliştirir. Bu anlayıştan yola çıkarak vatan sevgisinin bir ortak payda olması bu topraklar üzerinde yaşayan insanların yegane arzusu ve hedefi olmalıdır.
Vatansever sanatçılar
Vatanseverlik duygularının müzik ile gelişmesine ve desteklenmesine önce Batı dünyasından, bilahare kendi tarihi geçmişimizden bazı örnekler vererek, bu kavramın estetik ve duygusal zenginliğini sizlere ifade etmeye çalışacağım.
Yüzlerce yıllık müzik tarihinde vatanına bağlı, onu seven ve gerektiğinde onun için elinden gelen her şeyi yapacak olan hiç kuşkusuz yüzlerce besteci vardır. Ama besteler tüm dünyayı etkilemiştir. Beethoven, Chopin, Verdi, Wagner, Rus Beşleri, Dvorak, Smetana, Prokofiev, Shostakovich (Şostakovic), Albeniz, Manvel De Falla ve Rodrigo ilk anda akla gelen en önemli isimlerdir.
1789 Devrimi, Beethoven’i derinden etkilemiştir. Avrupa’daki politik gelişmeleri yakından izleyen Beethoven, 1800’lerin başından itibaren Fransız Devrimi’nin liberal, anti-feodal ve demokratik ruhunun temsilcisi olmayı benimser. Beethoven, büyük bir heyecan ve tutkuyla “3. Senfoni”sini Napolyon’a adar. Ancak, Napolyon’un kendisini imparator ilan etmesiyle büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı içinde eseri, “İsimsiz Bir Savaş Kahramanına” adıyla değiştirir. Bu dönemde yazdığı Fidelio Operası ve Egmont Uvertürü de yurtseverlik ve zorbalığa karşı kazanacağı zafer inancıyla yazdığı eserlerdir.
Bağımsızlık vurgulu eserler
Yaşamı boyunca İtalya’nın bağımsızlığı ve köylülerin esenliği için çalışan Verdi, ulusunun bağımsızlık yolundaki mücadelesine operaları ile katkıda bulunmuştur. 1842 yılında Milano’da ilk temsili yapılan Nabucco Operası, konu olarak “zulme başkaldırışı” işler. Verdi, o dönemde ülkesinin içinde bulunduğu durumla bu konu arasında benzerlikler olduğunu düşünerek, bu opera üzerine çalışmış ve opera İtalya’da büyük bir olay yaratmıştır.
Bizde nasıl Cemal Reşit Rey’in “10. Yıl Marşı”, kuşaktan kuşağa bir Cumhuriyet türküsü olarak yaşıyor ve söyleniyorsa, Verdi’nin “Esirler Korosu” da İtalya’da hâlâ ulusal duyguları ayaklandıran bir işlev görüyor.
Verdi’nin gerçekçiliğine karşılık Wagner, Alman ulusunun ırksal üstünlüğü ve kahramanlığı üzerine kurguladığı operaları, bunu destekleyen felsefî görüşleri ve başta “Alman Müziğinde Yahudi Sorunu” başlıklı makalesi olmak üzere yazmış olduğu müzik ve ulus üzerine kitapları ile 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Alman müziğinin tartışmasız tek hükümdarı olmuştur. Görüldüğü gibi müzik, bazen bu denli tutucu ve sonuçları itibariyle insanlığın hayrına olmayan fikir ve eylemleri de desteklemiş; onlar için de esin kaynağı olabilmiştir.

Haberin Devamı

Devamı yarın