BÜLENT AKARCALI- Geçen haftaki ‘’ “Türkiye’yi yok saymanın riski” konulu yazı hakkında İsviçre’de yaşayan ve bu konulara duyarlı bir vatandaşımızın görüşlerini ufak tefek düzeltmelerle aktarmak istiyorum.
“Zürih Üniversitesi’nde talebe olarak 1970 yıllarında Milliyet gazetesinin fahri gazeteciliğini yaptığımdan bugüne kadar ilk defa olarak Türkiye ile ilgili sayın Prince of Liechtenstein sayesinde müspet bir yazı kaleme alınıyor! Bu çok heyecan vericidir.
Bazı İsviçrelilere yolladığım “Risk of Ignoring Turkey” orijinal makaleden aldığım tepkileri size bildireyim. Gelen ilk soru Türkiye hakkında değil, prensin durup dururken niçin böyle bir yazıyı kaleme alması, acaba bir çıkarı mı var dercesine.
Maalesef Türkiye söz konusu olunca dışarıda iletişim kanalları tamamen kapalıdır. Türkiye hakkında müspet haberlere yer verilmiyor!
Makalenizde bahsettiğiniz 2 nokta ile de misal vereyim:
*Ukrayna ile Rusya arasında esir asker takası “Ukrayna ve Rusya kendi aralarında anlaştılar” diye yazıldı, televizyonlarda böyle söylendi ve Türkiye’nin adı geçmedi .
*Ukrayna’dan tahıl ihracatının başlamasıyla tahıl yüklü gemiler İstanbul Boğazı’ndan geçtiği için Türkiye anıldı, arabuluculuğundan
söz edilmedi!
İnanın bu önemli makaleyi para verip dışarıda herhangi
bir gazetede yayınlatmaya çalışın, yayınlamazlar!
Türkiye’de akreditifli yabancı gazeteciler dahil, buradaki deyimle “salonfähig” yani toplulukta sözü geçerli olabilmek için Türkiye ile ilgili yazılarını ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tenkit ederek veya Türkiye karşıtı bir mesele
ile yazılarına başlarlar ki haberleri yayınlansın!
Baskı grupları o kadar baskılıdır ki bunu bir ömür boyu hissediyoruz. Yani Türkiye’nin imajını kötü göstermenin Cumhurbaşkanı ile ilgisi de yoktur! Ondan evvelde de durum böyleydi. Bunun sayın Cumhurbaşkanına bildirilmesi gerekir. “Türkiye ile ilgili son 50 yıl içerisinde bir tane doğru dürüst olumlu bir yazı gösterin, sizi Türkiye’de ailenizle birlikte bir hafta misafir edelim” gibi bir kampanya açın tahminimce bir cevap alamazsınız!”
Bu arkadaşımızın ismini yazmıyorum, çünkü yaşadığı ve bizim uygar kabul edip, bize de sürekli hak, hukuk, demokrasi, fikir özgürlüğü dersleri veren İsviçre’de, yayınlanan bu yazıdan dolayı ötekileştirilmekten çekiniyor. Kendisine hak veriyorum, bunun cesaretle ilgisi yok, zaten diğer Avrupa ülkelerinde de durum farklı değil.
Ama bana göre en önemli nokta özellikle İstanbul’da bulunan ve toplam sayıları 50’yi aşan yabancı gazete/dergi/radyo/TV temsilcileri, yayıncıları, basın ajanslarının önemli bir kısmının adeta istihbaratçı gibi çalışıp Türkiye’yi sürekli sorunlu, siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan geri kalmış, dengesiz, gösteren haberler ve bilgiler peşinde koştuklarıdır. (*)
Bu kısır döngüyü kırmak için gereken ilk adım, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Dışişleri, Savunma ve İçişleri Bakanlık sözcülerinin yabancı basına her ay bir basın toplantısıyla bilgi vermeleri ve sorularını cevaplandırmalarıdır.
Bu temsilcilerin haklı oldukları temel nokta; hakları olan ‘’bilgi almak, doğruları öğrenmek, en masum soruları sorabilmek’’ için devlet kurumlarıyla temas kurmada karşılaştıkları zorluk hatta imkansızlıktır. Böyle olunca sağdan soldan ve özellikle marjinal kesimlerden gelen bilgi ve haberlere itibar etmek zorunda kalmalarıdır.
İş dünyamız da yabancı basına kapalıdır. Türk sanayisi, iç ve dış ticaret gücü, bölgedeki etkinliği vs hakkında, yabancı basını bilgilendirmek, onları Türkiye hakkında müspet yazılar yazmaya teşvik edecek dostlukları kurabilecek çap ve bilgide bir yetkili hiçbir özel sektör kurum ve kuruluşunda (Sanayi, Ticaret, Deniz Ticaret, Ziraat Odaları, Baro, Tabipler odası vs.) yoktur.
Olmadığı gibi, bu eksikliği duyacak dünyaları da yoktur.
Sayıları 200’ü aşan üniversitelerimizin ise bu konularla zaten uzaktan yakından ilgisi yoktur!
(*) İstanbul’da 40’u aşkın ülkenin 60 kadar günlük ve haftalık basın, radyo, televizyon temsilcileri vardır.
En kalabalık grup çeşitli dallarda 15 sayısıyla Almanya’dır. Hemen hemen tüm Müslüman ülkelerin, Avrupa, Asya, Orta Doğu ile Mağrip ülkelerinin temsilcileri bulunmaktadır.