Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

YRD. DOÇ. DR. GÖKTÜRK TÜYSÜZOĞLU

28.10.1984 tarihinde Giresun’da doğdu. 2002-2007 yılları arasında lisans öğretimini Doğuş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde burslu öğrenci olarak tamamladıktan sonra, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Küreselleşme Yüksek Lisans Programı’na kaydoldu ve bu programı Haziran 2008’de savunduğu “Kosova’nın Bağımsızlığı ve Dünya Politikasına Etkileri” adlı tez çalışması ile tamamladı. Eylül 2008 itibarıyla kaydolduğu İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Programı’nı ise Mayıs 2012 itibarıyla savunduğu “Karadeniz Havzası’nda Rekabet Analizi; İşbirliği Söylemlerinin Bölgesel Çatışma Beklentilerine Yansıması” adlı tez çalışması ile tamamladı. Bir süre İstanbul Aydın Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak da çalışmıştır. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Haberin Devamı

Türk dış politikasının yeni dönemde karşı karşıya kalacağı en önemli meselelerden biri Ermeni iddiaları olacaktır. Nitekim 2015’e çok kısa bir süre kaldı ve özellikle diaspora Ermenilerinin bu yıl içerisinde başta ABD, Fransa ve Rusya olmak üzere birçok ülkede soykırım iddiaları bağlamında gündem yaratmak isteyecekleri ortadadır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun geçtiğimiz günlerde Erivan’a gidişi önemli bir farkındalık yaratmıştır. Ne var ki, Türkiye’nin iç politika gelişmeleri ve Ortadoğu’daki krize bu denli eklemlenmiş olduğu bir dönemde, özellikle diaspora Ermenileri tarafından girişilecek propaganda girişimlerine yanıt vermesi oldukça zor olacaktır.

GEÇİCİ ANTLAŞMA
Bir diğer önemli husus ise Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler olacaktır. Suriye, Mısır ve Irak ekseninde izlediği dış politika yaklaşımı çerçevesinde küresel/bölgesel aktörler tarafından yalnız bırakılan ve özellikle ABD’nin Ortadoğu politikası ile uyumlu olmayan bir görünüm arz eden Türkiye’nin Ortadoğu stratejisi, esnetilmediği takdirde, 2014’te de çok ciddi sorunlar ile karşı karşıya kalabilir. “Değerli yalnızlık (precious loneliness)” olarak adlandırılan ve gerek halk, gerekse de uluslararası aktörler bazında meşrulaştırılmaya çalışılan Ortadoğu stratejisi, ahlaki bir boyut çerçevesinde işlediği, mezhepsel bir görünüme büründüğü ve bölgesel değişimleri göz ardı ettiği için işlevsel olmayan bir hale bürünmüştür. Bu nedenle, Türk dış politikasının, Suriye ve Mısır’daki değişimleri göz önünde bulunduran ve ahlak tabanlı değil, çıkar odaklı ve değişimleri fark eden bir yapıya kavuşturulması gerekecektir. Dış politikanın yalnızca söylemler üzerinden işletilemeyeceği / meşrulaştırılamayacağı anlaşılmış olmalıdır.
İran’ın nükleer programı konusunda P5+1 ülkeleri ile yaptığı “geçici antlaşmanın” devam edip etmeyeceği de Türkiye’nin dış politika hamlelerine etki edecektir. Zira bu antlaşmanın kalıcı hale gelmesi durumunda, 1979’dan beri uluslararası işleyişin dışında tutulan İran, yeniden bu işleyişin bir parçası haline gelecektir. İran’ın statüsünün değişmesi ise başta Ortadoğu (özellikle Irak, Körfez ülkeleri, Suriye ve Lübnan) ve enerji stratejileri olmak üzere birçok konunun yeniden ele alınmasını gerektirecektir. İran’ın yükselişi, Türkiye’nin Ortadoğu ekseninde yalnızlığa itilmesine ve Batılı aktörler ile kurduğu bağların derin bir sorgulamadan geçmesine neden olabilecektir. Türkiye, ya mevcut tutumunu koruyacak ve daha da yalnızlaşmayı kabul edecek, ya da İran ile Batılı aktörler arasındaki müzakerelerde aktif bir arabulucu olmayı ve özellikle Suriye, Mısır ile Irak bağlamındaki yaklaşımını değiştirmeyi kabul ederek pragmatik bir söylem benimseyecektir.

AB İLE İLİŞKİLER
AB ile ilişkiler ise Türk Dış Politikası’nın yeni yıldaki bir diğer sac ayağı olacaktır. Hükümet, Ortadoğu’daki sıkışmışlığı biraz olsun aşabilmek ve kendisine yönlendirilen eleştiri oklarından sıyrılabilmek için AB çıpasını kullanmak isteyebilir. Aralık ortasında yürürlüğe giren ve oldukça maliyetli ve zor bir sürece işaret eden “vize muafiyeti ve geri kabul antlaşmaları”, Türkiye’nin AB ile ilişkiler anlamında adım atmak istediğini göstermektedir. Ne var ki, AB’yi derinden etkileyen ekonomik krizin etkileri halen silinebilmiş değildir ve Ortadoğu’da yaşananların ardından, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan kesim daha da güçlenmiştir. Fransa ve Belçika örneğinde görüldüğü üzere, aşırı sağın yükselişte olduğu AB’nin, Kıbrıs Sorunu konusunda ileri bir adım atılmadığı müddetçe müzakere başlıklarının açılması yönünde bir irade ortaya koyması da sürpriz olacaktır. Bu arada, Ocak 2014 itibarıyla AB dönem başkanlığının Yunanistan’a geçtiğini de belirtelim.

ENERJİ PROJELERİ
Türk Dış Politikası’nın çok boyutluluk ve bölgesel dengeleyicilik iddiasının önemli birer parçası olan Balkanlar ve Güney Kafkasya özelinde ise ilişkilerde büyük bir değişim beklenmemelidir. Balkan ülkeleri ile ilişkilerde AB çıpası önemini koruyacaktır. Güney Kafkasya’daki gelişmeler bağlamında ise, İran’ın pozisyonuna ilişkin değişim beklentisi, enerji projeleri, Gürcistan lideri Bidzina Ivanişvili’nin belirsiz bir görünüm arz eden tutumu ve tabii ki Rusya’nın politikaları etken birer faktör olacaktır. Rusya’da, Soçi’de düzenlenecek Kış Olimpiyatları esnasında Kuzey Kafkasya’daki Selefiler tarafından gerçekleştirilebilecek bir saldırı ise, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri anlamında da önemli bir unsur olacaktır. Zira böyle bir saldırıyı gerçekleştirecek olanların Türkiye içerisinde bağlantıları olması her zaman için dikkate alınması gereken bir gerçekliktir.

İÇE KAPANMA
Afrika açılımı çerçevesinde de bazı adımların atılması söz konusu olabilir. Zira Afrika, tüm küresel/bölgesel aktörlerin olduğu gibi Türkiye’nin de ilgi alanına girmiş durumdadır. Ne var ki, Türkiye’nin bu bölgede etkinlik kurabilme anlamında kaybettiği zamanı geri alabilmesi için çok ciddi bir çalışma içerisine girmesi ve adeta bir Afrika seferberliği başlatması gerekir. Kuzey Afrika ve Somali odaklı olarak işletilecek, yani sınırlı bir kapsam doğrultusunda ve özellikle dinsel yakınlık faktörünü ön plana alarak izlenecek bir politika, Türkiye için yeterli olmayacaktır. Bu bağlamda, Sahra altı Afrika ile daha fazla temas alanı yaratılması ve büyük bir gaf olarak görebileceğimiz, “Nelson Mandela”nın cenazesine devlet başkanı/başbakan düzeyinde katılmama gibi yanlışlardan da uzak durulması gerekir. Anlaşıldığı üzere yeni yılda da Türkiye’nin önünde çok ciddi bir dış politika ajandası olacaktır. Her biri ayrı bir özen, plan ve kadro isteyen bu gündem maddelerinin, ülkenin içe kapanma emareleri gösterdiği ve şimdilik kaydıyla iki adet seçim ile çalkalanacak olan Türkiye’de nasıl değerlendirileceği ise üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.