Dr. M. Sinan Genim
1945’te Kuzguncuk’ta doğdu. Yükseköğrenimini DGSA Mimarlık Yüksek Okulu’nda 1969’da tamamladı. DMMA Mimarlık Bölümü Rölöve - Restorasyon Ana Bilim Dalı’ndan 1975’de yüksek mimar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, Türk ve İslam Sanatları Kürsüsü’nden “İstanbul’un İskânı” konulu tez ile 1980’de (Ph. D) unvanını aldı. 1970-76 İDGSA’de asistanlık, 1974-81 İÜ Edebiyat Fakültesi’nde, 1976-91 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 1991-2007 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1989-2009 Beşiktaş Belediyesi Meclis Üyeliği, 1994-99 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyeliği’nde bulundu. 1997’den beri Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyor. Başta İstanbul olmak üzere, mimarlık, sanat tarihi, estetik gibi konularda kitap, dergi ve makaleleri bulunmaktadır.
“Alışkanlıklar yaşamımızı en çok etkileyen şeyler olduğu için, elden geldiğince iyi alışkanlıklar edinmeye bakmalıyız. Bilindiği gibi alışkanlıklar, en iyi küçük yaşta başlarsa kök salar, buna da eğitim diyoruz. Gerçekte eğitim, iyi alışkanlıklar elde etmek için yaptığımız bir şeydir.” Günümüzden yaklaşık dört yüzyıl önce Francis Bacon böyle diyor.
Bana göre en iyi alışkanlık merak ve araştırmadır. Merak; bir şeyi anlamak ve öğrenmek, bir şeyi yapmak veya bir şeyle uğraşmak için duyulan istektir. Araştırma ise, bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli ve disiplinli çalışmadır. Günümüz dünyasında merak ve araştırmanın önemi her fırsatta dile getirilir. Ulusların gelecekte var olma çabasında, çağdaş ve ileri toplum olmasının temelinde merak, araştırma kaygısı ve yoğunluğu yatmaktadır.
ÖĞRETİCİ MEKÂNLAR
Günümüzde özellikle iki temel kurum, “Eğitim Kurumları” ve “Müzeler” bilimsel, eleştirel araştırmaların yapıldığı veya yapılması beklenen oluşumlardır. “Museum” kelimesinin kökeni eski Grekçe “mousa”, Latince “musa” diye adlandırılmış olup, Batı dillerinin hemen hepsine giren “esin perisi” sözcüğünden gelir.
Müze sözcüğünü günümüz anlamıyla esin/ilham evi olarak açıklayabiliriz. Kısacası müzeler, sözlüklerde yer aldığı ve çoğunluğumuzun, özellikle de seçilmiş kadroların zannettiği üzere geçmişe ait objelerin korunduğu, sergilendiği yapılar değil, topluma gelecek yaratmak için faydalanılacak farklı dönemlere ait birikimlerin bulunduğu, belgelerin toplandığı, toplumsal eğitim ve araştırma kurumlarıdır.
Bu kurumlar insanlara esin veren, yaratıcılıklarını kamçılayan, zevkle görülen, öğretici mekanlar olmalıdır. Bu birikimi iyi algılarsak, araştırır ve üzerinde yeterince çalışırsak, yeni yaratılara özgün kimliğimizi verebilir ve evrensel boyutta kendimize kalıcı bir yer bulabiliriz. Büyük bir coğrafyada zengin bir kültürel mirasa sahip ülkemizin yaratıcılık alanında daha başarılı olması gerekmiyor mu? Bunun için öncelikle gereken malik olduklarımızın farkına varmak ve bilginin heyecanını hissetmektir.
MERKEZİ BÜROKRASİ
Ülkemiz kültür kurumlarına ve müzelerimize heyecan ve çağdaş yaklaşımlar getirecek, merak oluşturacak, araştırmayı destekleyecek uzun soluklu bir kültür politikası geliştiremedik. Bir hükümetten diğer hükümete, bir bakandan diğer bakana yaklaşımlar ve uygulamalar tümüyle değişmekte, kısa vadeli düzenlemeler tercih edilmekte, popülist politikalar uygulanmaktadır.
Uzun süredir içinde bulunduğumuz sıkıntılı kültürel karmaşayı göz önüne alırsak, toplum hayatımızda eğitim kurumu olarak önemli bir ağırlığı olması gereken müzelerimize yeni bir anlayış, yeni bir ruh getirmek zorunda olduğumuzu görürüz. Kültür alanında elle tutulur, gözle görülür çok az olumlu gelişmeden söz etmek mümkün. Giderek büyüyen merkezi bürokrasi hemen hemen hiçbir şey yapmaksızın, statik bir görüntü içinde mevcudu korumak ve günü idare etmekle meşgul.
YENİ BİR OLUŞUM ŞART
Geçmişin salt ezbere alınması gereken isim ve tarihlerden ibaret olmadığını, yazılı ve görsel belgelerin hem geçmişi öğrenmek, hem de gelecek yaratmak için bilinmesi, incelenmesi ve öğrenilmesi gerektiğini toplumumuza nasıl anlatacağız? Ülkemizin eğitim sorununu çözümlemek için yalnızca okul içi eğitime ağırlık vermenin yetersiz olduğunu hala anlayamadık mı? Yeterli olsaydı, bugün yaşadığımız kültürel sorunların büyük bir çoğunluğunu çözüme kavuşturmuş olurduk.
Evet, toplumsal eğitime acil olarak ihtiyacımız var. Bunu gerçekleştirecek en önemli kurumların başında ise müzelerimiz geliyor. Müzelerimizi ve ören yerlerimizi daha çağdaş seyir mekanlarına sahip, bilgi içeren, merak ve heyecan uyandıran, sosyal yaşamımıza daha çok katkıda bulunan alanlar haline nasıl getirebiliriz? UNESCO tarafından 1959’da yayımlanan “Müzelerin Teşkilatlanması” adını taşıyan yayında geçen önerilerin üstünden altmış yıl aşkın zaman geçmesine rağmen henüz ülkemizde bu konuda elle tutulur bir faaliyet dizisi gerçekleşmemiştir. Niçin? Çünkü, daha önce söz konusu ettiğim gibi merkezi bürokrasi bu alanda çaba içine girmekten kaçınıyor, karar alma ve kontrol mekanizmalarını kültür ve sanat alanında bilgiden yoksun kadrolarla yürütmeye çalışıyor.
Yeni bir oluşuma ihtiyaç var, merkeziyetçilik ilkesinden yerel yönetimlerin güçlendirilmesine geçilmesi gerekiyor. Anonim sahiplenmeden kişisel sahiplenmeye, devlet buyruğuyla değil, merakla çalışmaya ihtiyacımız var.