Şükrü M. Elekdağ
29 Eylül 1924’te İstanbul’da doğdu. İktisat doktoru, diplomat ve büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi’nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı’nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında “Stratejik Bakış” adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 17 Aralık 2013’te vermiş olduğu kararla, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Ermeni soykırımının uluslararası bir yalan olduğu yolundaki açıklamaları nedeniyle İsviçre mahkemeleri tarafından inkârcılık ve ırkçılıkla suçlanmasını ve cezai yaptırıma mahkûm edilmesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin ihlali olarak değerlendirmişti. AİHM bu kararıyla Ermeni soykırımının varlığının kamusal alanda inkârının bir suç sayılmayacağını hükme bağlıyordu. Kararın temel dayanağını da, mahkemenin, 1915 olaylarının hukuken soykırımı olarak tanımlanması üzerinde fikir birliği bulunmadığı ve tartışmalı bir konu olduğu yolundaki görüşü oluşturuyordu. Bu bağlamda AİHM, İsviçre mahkemelerinin, “Ermeni soykırımı, Yahudi soykırımı gibi kanıtlanmış tarihsel bir olgudur” yorumunu da reddetmişti.
Ermeni iddialarını temelden sarsan bu karar, tam da soykırımın 100. yılının her türlü iletişim araçlarından yararlanarak tüm dünyayı kapsayan görkemli ve çarpıcı bir şekilde anılması için faaliyet programı hazırlığı içinde bulunan diyaspora ve Ermenistan üzerinde büyük şok etkisi yaptı ve şaşkınlık yarattı. Ermeni tezlerini destekleyen ve parlamentosu ile aynı görüşe sahip olmayan İsviçre Hükümeti de artık bu meselenin üzerine daha fazla gitmeme görüşünü benimsedi. Nitekim, Bern’in kararı temyiz etme niyetinde olmadığı çeşitli kanallardan Ankara’ya aksetmişti. Bu arada toparlanan Ermeni tarafı, konunun kendisi için “bir hayat memat” meselesi olduğu inancıyla her türlü imkândan yararlanarak İsviçre parlamentosu ve yargısı üzerinde yarattığı baskıyla hükümeti temyiz başvurusunda bulunmaya ikna etti. 17 Mart’ta yapılan başvuru önce beş hakimden oluşan AİHM yetkili kurulu tarafından görüşülerek karara bağlanacak. Başvuru reddedildiği takdirde, AİHM’nin 17 Aralık 2013 kararı kesinlik kazanacak, kabul edilirse davaya bakacak olan 17 hakimden oluşan Büyük Daire nihai kararı saptayacaktır.
Perinçek’in ifadeleri
17 Aralık 2013 tarihli kararın kaderinin ne olacağı hususunda bir tahminde bulunmak için evvelemirde bu kararın analizini yapmak gerekiyor. AİHM öncelikle Doğu Perinçek’in ifadelerinin AİHS’nin “Hakları kötüye kullanma yasağı” başlıklı 17. madde kapsamına girip girmediğine bakmış ve 1915 olaylarının “soykırım” olarak kabul edilmesinin Ermeni bireylere karşı nefret içermediği, mağdurları aşağılamadığı, bu nedenle de Perinçek’in hassas ve ihtilaflı bir konuyu kamuya açık olarak tartışma hakkını kötüye kullanmadığını kabul etmiştir. Bu noktadan hareketle mahkeme, Ermeni soykırım iddialarını suç olarak niteleyen İsviçre yasasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.
AİHM, Perinçek’in İsviçre mahkemelerince mahkûm edilmesinin temel nedeninin, 1915 olaylarının hukuken soykırım olarak nitelenmesi hususunda “genel bir fikir birliğinin mevcudiyeti” olduğu görüşüne dayandığını belirterek, bu görüşü şu üç nedenle reddetmiştir (Kararın, 115, 116 ve 117. paragrafları):
1) Bu konuda “genel bir fikir birliğinden” söz etmek çok zordur, zira İsviçre siyasi organları arasında dahi değişik görüşler bulunmaktadır. Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi, bu meselenin hukuki tanımlanması konusunda toplumda görüş birliği olmadığını kabul etmiştir. Ayrıca, Ermeni soykırımını dünyada ki 190 devletten yalnız 20 tanesi resmen tanımış ve - bazen İsviçre’nin durumunda olduğu gibi- tanıma sadece parlamentoya inhisar etmiş, hükümet ise bu görüşe itibar etmemiştir.
2) Kesin bir şekilde tarif edilmiş hukuksal bir kavram olan “soykırımın“ mevcudiyeti, Uluslararası Adalet Divanı ile Rwanda Uluslarası Ceza Mahkemesi içtihatlarında öngörüldüğü şekilde, fiilin, sadece grubun bazı üyelerinin imhası amacıyla değil, tümünün veya bir bölümünün sırf o gruba mensubiyetlerinden kaynaklanan yoketme özel kastıyla (dolus specalis) işlenmesini gerektirmektedir. İsviçre mahkemeleri, “genel bir fikir birliğinin” varlığını ileri sürerken çok dar (notion de droit trËs etroite) ve kanıtlanması zor bir hukuksal kavram olan soykırımın bu hukuksal boyutunu dikkate almaktan sarfınazar etmişlerdir.
3)Ermeni soykırım iddiaları Yahudi Holokost’u gibi tarihsel bir gerçek olarak kabul edilemez. Tam tersine Holokost’a ilişkin kesin tarihsel kanıtlar mevcuttur ve mevcudiyeti uluslararası bir mahkeme tarafından kabul edilmiştir.
Hiçbir yeni bulgu yok
Temyiz başvurusu incelendiğinde, ilk göze çarpan husus, AİHM’nin 17 Aralık 2013 kararının yeniden ele alınıp değerlendirilmesini gerektirecek hiçbir yeni bulgu ve argüman içermediğidir. Başvuruda, 1915 olaylarının soykırım olduğuna kanıt olarak, mahkemenin daha önce itibar etmediği, Lemkin’nin soykırım terimini bu olaylardan esinlenerek icat etmiş olduğundan ve işgal altındaki İstanbul’daki meşruiyetten yoksun Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında alınan kararlardan başka bir şey gösterilememesi, başvurunun daha ilk aşamada beş kişilik hakimler kurulu tarafından reddini gerektirecek niteliğine işaret ediyor.
Mondros Mütarekesi’ni izleyen işgal döneminde Sultan Vahdettin ve Damat Ferit Paşa’nın, savaş suçlarına ilişkin iddiaları İttihatçı hükümetin sırtına yüklemek ve bu suretle Paris Barış Konferansı’nda barış şartlarını yumuşatma umuduyla başlattıkları bu yargılama sürecine kısaca değinelim. Bu amaçla kurdurulan Divan-ı Harpler, Ermeni tehcirine ve azınlıklara yapılan zulüm ve katliama ilişkin suç iddialarıyla İttihat ve Terakki Fırkası mensupları ile kamu görevlilerini sahte kanıtlarla yargılamış ve zanlıları idam da dahil çeşitli cezalara çarptıran kararlar almıştır. Bu dönemde özellikle “Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi” olarak bilinen mahkeme haksız ve adaletsiz kararlarıyla ün salmıştır. Sanıklar lehine ifade verecek kişiler mahkemeye çıkarılmamış, tanıklar İngiliz Yüksek Komiserliği’nde oluşturulan “Ermeni-Rum Şubesi”nde eğitilerek mahkemeye gönderilmiştir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe dahi bu rezilane durumdan rahatsız olarak 1 Ağustos 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda “mahkeme süreci, hem bizim, hem de Türk hükümetinin itibarını zedeleyen bir maskaralığa dönüşmüştür” demek zorunluluğunu hissetmiştir.
Karar geçersiz sayılmaz
Ermeni tezlerini savunan tarihçiler ve yazarlar, bu mahkeme kararlarının İttihat ve Terakki Hükümeti’nin soykırım suçunu işlediğini kanıtlayan temel belgeler olduğunu ısrarla ileri sürerler. Oysa, Amerika’nın soykırım alanında önde gelen akademisyenlerinden olan Prof. Guenter Lewy, işgal altındaki Osmanlı Devleti’nin askeri mahkemeleri tarafından alınan bu kararların, tamamen siyasi amaçlı olmaları ve doğruluğu denetlenmemiş belge ve tanık ifadelerine dayanmaları nedeniyle ciddi ve güvenilir kanıtlar olarak kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Görüleceği üzere, Mütareke döneminin kukla mahkemelerinin adalet ve meşruiyetten yoksun kararlarının soykırım tezine kanıt olarak sunulması boş ve anlamsız bir çabadır. İsviçre’nin temyiz başvurusunun akıbetine gelince, başvuru, kazaen ilk incelemeyi yapan hakimler kurulundan geçse dahi, Yüksek Daire’nin, 17 Aralık 2014 kararının esasını oluşturan Ermeni soykırımının tartışmalı bir konu olduğu ve hukuksal bir boyutu bulunduğu görüşünü geçersiz sayması olası değildir.