SEDA KIRDAR
Seda Kırdar 2005 yılında Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. 2010 yılında aynı zamanda araştırmacı olarak görev yaptığı American Üniversitesi “Uyuşmazlık Çözümü” Programı’nı tamamlayarak yüksek lisans derecesini aldı. 2008 yazında American Üniversitesi ile George Mason Üniversitesi’nin İsrail ve Filistin’deki staj programına devam eden Kırdar, bu çerçevede Tel Aviv’de bulunan Arap Birliği (Al-Rabita)’nde “Democratic School of Jaffa Projesi”ni yürüttü. Kırdar, Aralık 2013’ten bu yana İstanbul Politikalar Merkezi’nde Denge ve Denetleme Ağı’nın sekretaryasında görev alıyor.
Siyasetin nasıl ayakta kaldığı bizi ilgilendirmeli mi? Bir adayın banka hesabı seçim afişi kadar görünür olsaydı, ona da bakar mıydık? Oyumuzu kullanırken tüm bunları hesaba katar mıydık?
2015 Genel Seçimleri’ne çok az bir zaman kaldı. Bu seçimlerde de plan ve projeler anlatılıyor, seçim vaatleri dile getiriliyor. Yürütülen kampanyalar, öncekilere kıyasla biraz daha farklı. Seçim vaatlerine baktığımız zaman ağırlıklı olarak ekonomi ve sosyal yardımların öne çıktığını görüyoruz. Seçim beyannamelerinde en fazla emekli maaşı ve asgari ücret konuşuluyor. Bununla beraber, seçim kampanyaları da kendi ekonomilerini oluşturuyor. Gazete ve billboard ilanları başta olmak üzere reklamlara para harcanıyor, seçim araçları giydiriliyor, broşürler basılıyor, mitingler düzenleniyor... Dile getirilen bütün vaatler ve düzenlenen kampanyalar için ise para gerekiyor. Peki para nereden geliyor? Bilmiyoruz. Siyaseti konuştuğumuz kadar, siyasete giden paranın lafını etmiyoruz.
Siyasetin finansmanı, vatandaşları, siyasetçileri ve iş dünyasını da kapsayarak, demokrasiyi ve ekonomik yaşamı derinden etkilemektedir. Türkiye’de seçim kampanyalarının finansmanına dair yasal bir düzenleme olmadığı gibi, adayların gelir kaynakları ve harcamaları da denetime tabi değildir. Bu nedenle siyasetin finansmanının boyutları tahmini olarak hesaplanmaktadır. Bu durum, siyasette özel para ve çıkarların etkisini tanımlamayı da güçleştirmektedir. 243’ten fazla sivil toplum örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu Denge ve Denetleme Ağı, siyasetin ve seçim kampanyalarının finansmanının şeffaflığına vurgu yapan bir kampanya başlattı. Aramızda Paranın Lafı Olsun sloganıyla seçim kampanyalarının finansmanının şeffaflığı için, siyasi partileri, atabilecekleri “10 Gönüllü Adımı” uygulamaya çağıran ağ, farklı illerde yaptığı toplantılarla sivil toplum örgütleri ve vatandaşları siyasi partilerin mali kaynaklarını açıklamaları için harekete geçiriyor. Yerel çalışmalarda da sahiplenilen 10 Gönüllü Adım, mal beyanlarının açıklanması, bağışların ve harcamaların düzenli bir şekilde internet sitesi üzerinden kamuoyuyla paylaşılması, seçim kampanyalarında kamu kaynaklarının kullanılmaması ve ihlaller karşısında yaptırımların uygulanması çağrısını yapıyor.
Sosyal yardımlar
Türkiye’de sosyal yardımlar “hak temelinde” tanımlanmadığından, düzenli olarak yapılmamakta ve yardım alanlar geleceğe güvenle bakamamaktadırlar. Yardım alacakların tespitinde bazen “öznel” kıstaslar etkili olabilmektedir. Sosyal yardımların en azından bir bölümünün çok parçalı olması ve yönetiminin yeterince şeffaf ve hesap verebilir olmaması da bu sürecin “siyasi amaçlarla” ve “seçmen tercihlerini yönlendirme” niyetiyle kullanıldığı iddialarını akla getirmektedir. Bunu önlemek için, etkili bir sosyal yardım politikası ve programının kurallarının belirlenerek, sorumlu kurumların tanımlanması ve denetim ile hesap verebilirlik mekanizmalarının uygulanması gerekir.
Devlet yardımı
Siyasi partilerin örgütlenmeleri ve varlıklarını sürdürmeleri yanında özel çıkarların etkisinden uzak kalmaları için yeterli mali kaynaklara sahip olmaları gerekir. Devlet yardımı bu nedenle gereklidir. Ayrıca, devlet yardımı sınırlı kaynaklarla siyasete katılan adaylara daha “eşitlikçi” bir rekabet gücü kazandırır. Bu bağlamda, partilere yapılacak devlet yardımı eşiğinin 2014’te yüzde 7’den yüzde 3’e indirilmesi ve 2015 genel seçimlerinden sonra uygulanacak olması önemli bir adımdır. Bununla birlikte rekabetin sağlanması için adil bir devlet yardımı eşiği yanında adil ve eşitlikçi bir seçim barajı da gereklidir.
Kamu kaynakları
Seçim kampanyalarında, yetkiyi elinde bulunduran siyasi partilerin, taşra örgütü ve özellikle personelini de kapsayacak bir biçimde belediye kaynaklarını, harekete geçirdiği görülmektedir. Kamuya ait araç ve personelin kullanılması, örneğin, belediye otobüsleriyle toplantı alanlarına seçmen taşınması, belediye personelinin bu tür toplantılara katılmak üzere izinli sayılması, kamu kaynaklarının israfı anlamına gelmektedir. Bu kapsamda, kamu görevi yapan ve Anayasa ve ilgili kanunlara göre “tarafsız” bir görev anlayışı içerisinde olmaları gereken bazı kamu görevlilerinin, sosyal yardımların dağıtılmasında partiye “oy isteyerek” bir parti görevlisi gibi davrandıkları iddia edilmektedir. Ayrıca, kamu personeline, düzenlenen mitinglere gitmeleri yönünde telkin yapıldığı ve memurların miting alanına zorunlu olarak götürüldüğü iddiaları da medyada yer almaktadır.
Radyo ve televizyon
Seçimlerde yarışan partilerin ve adayların eşit koşullarda rekabet edebilmeleri için radyo ve televizyondaki propaganda olanaklarından adil bir biçimde yararlanmaları gerekmektedir. Bu bağlamda, hem devlet radyo ve televizyonlarında hem de özel medya kanallarında oluşan kartelleşme, toplumun farklı ve büyük bir bölümünün beklenti ve isteklerini de göz ardı etmektedir. Radyo ve televizyon kanallarının yayınları genel olarak ve seçim dönemlerinde de yanlı ve eşitlik ilkelerine uygun olmayan içeriktedir. Görsel ve yazılı medya ikiye ayrılmış bir biçimde iktidar partisi ve muhalefet partilerini desteklemekte ya da onlara karşı bir yayın politikasını izlemektedirler. Bu konuda Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ile Basın Konseyi gibi kurum ve kuruluşların izleme, değerlendirme ve yaptırımlarının da etkisiz kaldığı görülmektedir.
Aday belirleme
Adayların seçim kampanyalarının finansmanı, Anayasa’nın emredici hükmüne karşın, bir düzenlemeye tabi değildir. Bu nedenle, özel çıkarların etkisi daha adaylık sürecinde başlamaktadır. Bu durum ise, özellikle kadınların siyasete katılmalarını engellemektedir. Özel mali kaynakların kadınlardan ziyade erkeklere ayrıldığı evrensel olduğu kadar Türkiye için de bir gerçektir. Son yıllarda, birçok partinin açık ya da gizli “cinsiyet kotası” uygulaması söz konusudur. Bununla birlikte, kadın adayların listedeki sayısı yanında, seçilebilecek sıralara yerleştirilmesi önem taşımaktadır. Ayrıca, aday belirleme sürecinde farklı kimliklere sahip (etnik, dinsel, mezhepsel, dilsel vb.) bireylerle, LGBT’lere (lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüellere) adaylık sürecinde yapılan ayrımcılık vurgulanmaktadır. Bu durum, evrensel insan hakları düzenlemelerine ve Anayasa’nın 10. maddesine de aykırıdır.