Bülent Akarcalı - dusunce@milliyet.com.tr
Kanada ve Derwall aralarında bir bağlantı olmayan iki isim. Milliyet’in 3 Temmuz Cumartesi günkü “Kanada Katolik Okullarının bahçelerinde bulunan çocuk mezarları” haberi ve 4 Temmuz Pazar günkü Spor ekinde Yavuz Kocaömer’in “Jupp Derwall’in İnsanlığı” yazısının verdiği ilham ile iki ayrı konuyu tek başlıkta topladım.
Toplu çocuk mezarları
Son aylarda bu ülkenin çeşitli Katolik okullarının bahçelerinde bulunan toplu çocuk mezarları birer olağan habermiş gibi okundu geçti. Aslında bu mezarlar Anglo-Sakson yani İngiliz sömürgeciliğinin bilinmeyen ya da unutulmuş mezalim zincirinin ufak parçalarından biridir. Mezalim yalnız yerli çocuklarla sınırlı değildi. 1930 sonlarına kadar İngiltere’de sokak çocukları, başıboş köpekler gibi toplanır ve mesela Kanada Çiftlik sahiplerine satılırdı!
Haziran başında Kamloops kentindeki Kızılderili Yatılı Katolik Kilise Okulu’nda 215 çocuğun ceset kalıntılarının bulunmasının ardından, Kanada genelinde bulunan 139 yatılı kilise okuluna ait mezarlık ve bahçelik alanlarda ceset aramaları başlatıldı.
Bu araştırmalar sonucu tespit edilen mezar sayısı 1.148’e kadar yükseldi.
Kamloops Okulu Kanada’daki en büyük yatılı kilise okullarından biriydi ve 1890 ve 1969 yılları arasında 79 yıl süreyle Katolik Kilisesi tarafından işletildi.
Son aylarda gündeme gelen bu olay aslında daha eskilere dayanıyordu. Okullarda yerli çocukları sindirip kişiliklerini değiştirerek beyaz topluma uymalarını sağlamak amacıyla her türlü yola başvurulduğu az çok biliniyordu (baskı, dayak, hakaret vs.)
Bu durumu araştırmak üzere 2010’da Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. 2015 yılında açıklanan ve hayatta olan mağdurların verdiği bilgileri içeren 4 bin sayfalık raporla çocukların maruz kaldığı fiziki, cinsel ve ruhi tecavüzleri resmen duyuruldu.
Bunun üzerine Kanada Başbakanı, 2017 yılında Papa’dan kilise adına özür dilemesini istedi.
Ancak, Papa Franciscus, Kanada Katolik Piskoposlar Konferansı denilen örgütü aracılığıyla özür dilemeyeceğini açıkladı.
Kimdi bu, en insani konuda dahi özür dilemekten kaçınan Papa? Esas adı Jorge Mario Bergoglio olup Arjantin asıllıdır, 2013 yılında Papa seçilmiştir.
Papa ve Türkler
Kendi kilisesinin rezilliklerini görmemezlikten gelen bu zatın Türklerle ilgili iki icraatı vardır: Biri daha Arjantin’de iken Asala cinayet şebekesinin temsilcisi Diaspora denilenlerin telkiniyle Türkiye’yi soykırımla itham etmesidir.
Diğeri, 28 Şubat 2013’de Papa seçildikten 73 gün sonra 12 Mayıs 2013’de, Gedik Ahmet Paşanın Otranto şehrini fethi esnasında ölen 800 Otrantolu’yu (o yıllarda İtalya ve İtalyan tabiri yoktu) AZİZ ilan etmesidir. Papalık tarihinde bir seferde bu kadar çok kişinin aziz ilan edilmesi araştırabildiğim kadarıyla olmamıştır.
Doğup büyüdüğü topraklarda İnka-Maya-Aztek ve diğer bir çok uygarlığın, dil-din-mimari-sanat-kültürünü on milyonlarca insanıyla birlikte yok etmiş İspanya ve Portekiz hakkında bir şey söylememiş bu zatın derdi ve amacı neydi acaba?
Bu sorunun cevabını, internetten 25 Mayıs 2013 tarihli Milliyetin Düşünenlerin Düşüncesi sütununda Reha Bilge’nin “Otranto Zaferinin ardındaki gerçekler” yazısında bulacaksınız.
Reha bey yazısını şöyle bitirmiş: “Otranto Azizleri” yeni bir “ortak düşman” simgesine yol açmasın. Çünkü Avrupa’da, “Türk karşıtı” yeni ırkçı bir söylemden çok, istikrar ve iş birliğine ihtiyaç vardır…
Reha beyin 8 yıl önceki yazısı, günümüzde Avrupa’da hızla yükselen ırkçılık, yabancı ve İslam düşmanlığının tohumlarının nasıl atıldığının bir kanıtıdır.
İnsanlığa sevgiyi aşılamak için gönderilmiş ve bizim de peygamberimiz olan Hz. İsa’ya atfen papalık makamında oturan, bayram değil seyran değilken yakın geçmişte Irak’ı ziyaret maksadıyla bölücü güçlere selam göndermiş bu Papa’yı daha yakından tanımamız gerekir diye düşündüm.
Jupp Derrwall
Yavuz Kocaömer’in, ülkemiz futboluna derin izler bırakan Almanya’nın ünlü futbol antrenörü Derwall’in insanlığı hakkında kesilip saklanacak bir yazısı çıktı.
1991 yılında Turizm Bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra, son yıllarda hangi ülkelerin en çok turist gönderdiğini tespit edip bu ülkeler üzerinde yoğunlaşmak amacıyla bir çalışma başlattım. En ilginç sonuç 1986-87’den itibaren gelen Alman turist sayısında ki ciddi artış çıktı. Araştırdık, sağa sola sorduk, tur operatörlerine danıştık ama nedenini tespit edemedik. Büyük tanıtım bir kampanyası da yapılmamıştı.
Onur Öymen, Almanya’nın o yıllarda ki başkenti Bonn’da Büyükelçi idi ve samimi dostluğumuz vardı. Kendisini arayıp durumu anlattım ve bir araştırma-anket yapıp yapamayacağını sordum. Onur Öymen, lügatinde olmaz-yapılamaz-zor kelimeleri olmayan biridir. “Memnuniyetle, ama sayın Bakanım biz bütçesi dar bir bakanlığız böyle bir çalışma en az 15.000 marklık bir harcama gerektirir” deyince ben de “Tamam” dedim.
Bir ay sonra cevap geldi:
- Cevabı bulduk, adı Jupp Derwall
- Anlamadım gelen turistle ilgisi nedir? diye sorunca açıklamasını yaptı,
- Almanlar için Türkiye’yi tanımak başka, Türkiye’de nasıl yaşanır bilmek başkadır. Türkiye’yi turizm açısından biliyorlar ama orada yaşanır mı yaşanmaz mı bu konuda bilgileri yoktu. Derwall burada çok sevilen biri Türkiye’ye gittiğinden beri gazetelerin yalnız spor sayfalarına değil diğer sayfalarında da günlük yaşantısı ve özellikle İstanbul’da çok mutlu olduğunu, Almanya’dan bildiği Türkiye ile şimdi içinde yaşadığı Türkiye arasında çok fark olduğunu yani özetle Türkiye’nin Almanlar için yaşanacak bir ülke olduğu mesajını vermiş sürekli.
Bu gazete haberleri, televizyon röportajları orta sınıf Almanlar üzerinde “Derwall orada yaşıyor ve mutluysa” demek ki biz de gidebiliriz duygusunu ve algısını yaratmış.
Sonuç olarak Derwall etkisi, Alman turistlerin ülkemizi keşfetmelerini en az 3-4 yıl öne almış oluyor.
Gerçek bazen ufak bir ayrıntıda yatıyor.
ÖNEMLİ NOT: Sosyal Konular- 3 başlıklı yazımın ikinci paragrafında adli hizmetlerden oluşan memnuniyet %5-6 çıkmış, bunun % 56 olduğunu belirtip on binlerce yargı mensubumuzun alın teri ve emeğinin yanlış anlaşılmasına yol açmış olmayayım.