Zafer İşeri / Avukat
Toplumlarda yasaklanmış ve işlenmesi halinde en yüksek cezaya matuf bulunmuş suçlardan biri “kasten öldürmek”. Yürürlükten kalkan Türk Ceza Kanunu’muzda “Adam Öldürmek” başlığı altında yanlış bir terminolojiyle başlayıp, her kim, bir kimseyi kasten öldürürse diye devam ederdi yasa hükmü. Cezası da en ağır haliyle idamdı. 2004’te kabul edilen Türk Ceza Kanunu’muz isabetli bir şekilde “Kasten Öldürme” başlığıyla tanımladı suçu. Elbette suçun mağduru “insan”. Kadın ya da erkek olmasına bakılmadan bir insanı kasten öldüren kişiye müebbet hapis cezası veriliyor.
24 yıl ceza infaz kurumunda kaldıktan sonra koşullu salıvermeden yararlanabiliyor hükümlü. Şayet bu suç önceden planlanarak, vahşice, delili yok etmek için, töre ya da kan gütme düşüncesiyle, kamu görevlisine karşı, anneye, babaya, kardeşe, savunmasıza, hamile kadına ya da eşe karşı işlenirse bu sefer cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis oluyor. Mahkûm 30 yıl hapishanede kalıyor. Öldürülen kişinin kadın ya da erkek olması fark etmiyor. Suç bilimi açısından tarihte erkekler arasında yaygın olan cinayetler, son dönemde çoğunlukla kadınlara yönelik işlenen bir suç olarak karşımıza çıkıyor. Gündemimiz kadın cinayetleriyle çalkalanıyor.
Namus savunması ile sığ akıllarda gerekçelendirilen bu taşkın davranışın günümüzdeki muhatabı, maalesef toplumun kurucu unsuru kadınlar. Türkiye’de, 2000’li yıllardan itibaren hızlı bir artış gösteren kadın cinayetleri 2020’de 300’ü buldu. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada dikkat çekici sayıda. Karşı cinsin kucaklayıcı, himaye edici yaklaşımına asla muhtaç olmadığı gibi bilakis üretkenliği ile toplum önderliğini her çağda başarıyla sağlamış kadınların bugün kasten öldürme suçunun mağdurları olması, sosyolojik bir yozlaşmayı gösteriyor. Kadına karşı şiddet artık sınırları, sınıfları ve sosyo-ekonomik statüyü aşan bir sorun haline gelmiştir. İnsan hakkı ihlali ve ayrımcılık niteliğindedir. Geçmişte annesi, eşi, kız kardeşi için, kadın için öldüren erkek, bugün kadını öldürüyor. Gerekçesi yok. Olamaz da zaten.
Sadece ülkemizde değil tüm dünyada, özellikle de Orta Amerika’da yaygın olan kadın cinayetleri ile mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası İstanbul Sözleşmesi ülkemizi de hukukî olarak bağlamaktadır. Kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadının korunması, suçluların yargılanması, faillerinin cezalandırılması politikalarının hayata geçirilmesi yükümlülüklerini içeren sözleşme, şiddeti önleyecek toplumsal zihniyet değişikliğinin yaratılmasını öngörüyor.
Kadına yönelik şiddetle mücadele edip sayılarda azalma sağlamış ülkelerin uygulamaları örnek alınmalıdır. Brezilya’da kadın cinayetlerine verilen hapis cezalarının artırılmasını öngören tasarı yasalaştı. Pek çok suçta kadınların fail olması ceza miktarında artırıcı bir etkiye neden oluyor. Yasa, kadınlara devletin onları koruyacağı mesajını veriyor. Sadece uzaklaştırma kararı verilerek tehlike yaratan kişinin ihtiyarına bırakılacak önlemlerle yetinmeyip, kanayan yara haline gelen bu suçun önlenmesi için sorunun kaynağına inilmesi, erkeği bu noktaya getiren etmenlerin sosyologlar, eğitimciler tarafından masaya yatırılması gerekmektedir.
Hukuki açıdan toplumun eşit fertlerine karşı yasalarda eşitlik olması, onlara karşı suçların engellenmesine yetmedi maalesef. Bu halde kadına karşı işlenen suçların daha caydırıcı cezalarla karşılık bulması gerekecektir. 2020 yılında öldürülen 300 kadının 97’si evli olduğu erkek tarafından öldürüldüğü halde, 21’i eski eşi, 54’ü birlikte olduğu erkek, 38’i tanıdığı, 8’i eskiden birlikte olduğu erkek tarafından öldürüldü. Bu faillerin sadece üçte biri eş ya da akraba olmaları sebebiyle ağırlaştırılmış hapis cezası ile yargılanmakta. Diğer failler ise 24 yıl ile. Eşe karşı işlenmesi durumunda olduğu gibi tüm kadınlara yönelik öldürme suçlarının daha ağır yaptırım olan 30 yıllık cezaevi süreci öngören ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına matuf görülmesi, töre gerekçesiyle işlenen suçlarda olduğu gibi namus savunmasında da cezada indirim hükümlerinin uygulanmaması uzun soluklu toplumsal eğitim planlamasının öncesinde bir pansuman tedavi etkisi yaratabilecektir.