Şükrü M. Elekdağ
Mustafa Şükrü Elekdağ, 29 Eylül 1924’te İstanbul’da doğdu. İktisat doktoru, diplomat ve büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi’nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı’nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında “Stratejik Bakış” adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.
Türkiye’deki her türlü ahlaksızlık ve yolsuzluğu da içinde barındıran utanç verici kaos ortamı dolayısıyla, Başbakan Erdoğan’ın Japonya’ya yapmış olduğu resmi ziyaret sırasında iki ülke arasında ekonomik işbirliği alanında atılması kararlaştırılan adımlar basınımıza pek yansımadı. Bunlar arasında, ülkelerimiz arasında bilimsel ve teknolojik işbirliğinin gelişmesine ciddi katkılarda bulunabilecek bir proje de yer alıyor. Bu da, İstanbul’un Asya yakasında bir Türk-Japon üniversitesinin kurulması... Bence, bu proje çok önemli, zira bilim ve teknoloji alanında sağlayacağı yararlara ilaveten, iş adamlarımız ile siyasi liderlerimizin Japonya’dan öğrenecekleri ve örnek alacakları çok şey var. Japonya’daki Büyükelçilik görevim sırasında yaşadığım aşağıdaki olay bunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
UÇAKTAKİ SOHBET
Yıl 1973... Ünlü bir Japon firması olan Ishikava-Jima-Harima (IHI) tarafından inşa edilen Haliç Köprüsü’nün açılış merasimine katılmak üzere Tokyo’dan İstanbul’a uçuyorum. Yanımda firmanın yönetim kurulu başkanı Taguchi San oturuyor. IHI birinci Boğaz Köprüsü ihalesine de girmiş ama kazanamamıştı. Bu nedenle ülkemizi birkaç kere ziyaret etmiş olan Taguchi San, Türkiye hakkında hayli geniş bilgiye sahipti. Türkiye tarihini incelemişti ve ülkemize karşı duyduğu büyük ilgiyi her fırsatta dile getiriyordu. Bu ilginin bir ölçüde de, o sıralarda Pendik Tersanesi ile IHI arasında ortaklık kurulması amacıyla cereyan eden ateşli müzakerelerden kaynaklandığı söylenebilirdi. (Tersane girişimi sonuçlanmadı, ancak IHI bilahare Fatih Köprüsü’nü inşa etti). Sohbetimiz sırasında, Taguchi San bir ara elindeki Time dergisinin sayfalarını çevirmeye başladı. Derginin ortasındaki içeri doğru kıvrılmış sayfaları da açınca ortaya dört sayfayı kapsayan çok görkemli bir ilan çıktı. Reklamın başında IHI’nin ismi, ortasında da inşa ettiği 500.000 tonluk muazzam tankerlerden birinin resmi yer alıyordu.
Reklamda yine üst tarafta büyük harflerle “ICHI-BAN” ifadesi yazılmış ve bunun “Dünyada Birinci” anlamına geldiği İngilizce izah edilmişti. Reklamda, ayrıca, IHI’nin dünyanın “en büyük” tankerlerini, “en büyük” vinçlerini, “en büyük” jeneratörlerini, “en büyük” liman yükleme ve boşaltma sistemlerini yaptığı belirtilerek, bu tür teknolojiler alanında dünyada en önde olduğu vurgulanıyordu.
JAPONYA’NIN İMAJI
Reklam hakkında birkaç övücü sözden sonra yol arkadaşıma sordum:
“Petrol krizi ve Süveyş’in kapalı olması nedeniyle dev tankerleriniz muhakkak ki IHI için büyük bir kazanç kaynağı... Ama, reklamdaki diğer devasa makine ve aletlerden aynı ölçüde kâr ediyor musunuz?”
Taguchi San, dev tankerlere talebin çok yüksek olduğunu ve firmanın bu alandaki kazancının memnuniyet verici olduğunu ancak bunun dışındaki imalattan fazla kâr etmediklerini söyleyince, ben kendisine, “o zaman, bunları herhalde firmanızın dünya çapında reklamını yapmak için üretiyorsunuz” dedim. Bu sözlerime muhatabımın tepkisi şöyle oldu:
“Hayır, Sayın Büyükelçi. Bu makinaları, IHI’nin değil Japonya’nın reklamı için üretiyorum. Amacım, dünyaya Japonların üstün yeteneklerini ve yaratıcılıklarını göstermektir. Japonya’nın dünyada olumsuz bir imajı var. Komşularımız bizi hiç sevmezler. Batılı ülkeler de bize sempati duymazlar. Kültürümüzü yadırgar, bize hor bakarlar. Bu önyargıları değiştirmek için, önce Japonya’ya karşı saygı uyandırmak lazım. Evet, önce saygı... Bunu sevgi izler. (First, they have to esteem us, then they may like us). İşte, ben bu saygı hissini uyandırmak için dev tankerleri ve dev makineleri yapıyorum. Japonya’da bizim tezimiz: Sevilmenin yolu, saygınlık kazanmaktan geçer.”
TÜRKİYE’NİN YOLU
Bu konuşmamızdan üç yıl sonra KEİDANREN başkanlığına seçilen Taguchi San sözlerini şöyle noktaladı:
“Kusuruma bakmayın ama, sizin de pek sevildiğiniz söylenemez... Türkiye’nin de, bizim yolumuzu izlemekten başka çaresi yok. Türkiye de sevgiye giden yolun saygınlık kazanmaktan geçtiği bilinciyle hareket etmeli!.. “
Bu konuşmanın üzerinden şimdi 41 yıl geçmiş bulunuyor. Bugün, Japonya’nın dünyada kazanmış olduğu sempati ve üstün saygınlık, Taguchi San’ın “sevilmenin yolu saygınlık kazanmaktan geçer” tezinin ne denli gerçekçi olduğunu kanıtlamıyor mu?. Türkiye’nin şu sıralarda içinde bulunduğu kahredici perişanlığa bakınca da, durumumuzu Taguchi San’ın mantığıyla irdeleme zorunluluğunu idrak etmemiz gerekmiyor mu?