Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dr. M. SİNAN GENİM
1945’te Kuzguncuk’ta doğdu. Yüksek-öğrenimini DGSA Mimarlık Yüksek Okulu’nda 1969’da tamamladı. DMMA Mimarlık Bölümü Rölöve - Restorasyon Ana Bilim Dalı’ndan 1975’de yüksek mimar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, Türk ve İslam Sanatları Kürsüsü’nden ‘İstanbul’un İskânı’ konulu tez ile 1980’de (Ph. D) unvanını aldı. 1970-76 İDGSA’de asistanlık, 1974-81 İÜ Edebiyat Fakültesi’nde, 1976-91 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 1991-2007 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Öğretim Üyeliği’nde bulundu. 1997’den beri Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığını yapıyor.

Haberin Devamı

1840-1915 tarihleri arasında yaşayan Alexander Van Millingen, bir dönem İstanbul’un tanınmış doktorlarından olan Julius Van Millingen’in oğludur. İlk eğitimini Malta’daki Protestan Koleji’nde aldıktan sonra İngiltere’de tarih, din ve klasik filoloji konularında çalışır. Uzun yıllar boyunca Robert Kolej’de tarih öğretmenliği ve İstanbul için araştırmalar yapar. Londra’da 1906’da yayımladığı Konstantinopolis/İstanbul adlı kitabında şöyle der:”İstanbul’da yaşamak geniş dünyada yaşamaktır... Bu kentin üstün vasıflarına kapılmış olan bir kişi buradan ayrılıp başka bir yere yerleşmeye karar verdiğinde, bir dağın zirvesindeki uçsuz bucaksız manzaradan vazgeçip bir vadinin duvarlarıyla kuşatılmış bir yaşamı kabullenmesi gibi yaşamının ufukları küçülerek daralır.”
İstanbul’da yaşamak ve onun oluşumuna katkıda bulunmak her insana nasip olmayacak bir ayrıcalıktır. Bu şehirde yaşayan kaç kişi böyle bir ayrıcalık taşıdığının farkındadır?
1500’lü yılların sonlarına doğru Abdüllatîf Latîfî (1491-1582):

“İrem bağ budur dir her görenler
Ki çıkmaz istemez ana girenler.

Öğme ey hâce bize Hind ü Hıtâ ve Hoten’i
Bundadurlutf ü şeref buna Stanbul derler.”
Sözleri ile ne demek istemektedir?
İstanbul kimlik değiştiriyor
1970’li yıllardan itibaren İstanbul büyük bir hızla kimlik değiştirmeye başlamıştır. Elbette bir imparatorluğun başkenti ile bir ulus devletin taşra kenti arasındaki farklılıkları; reddedilen bir geçmişin mirası olan bir şehre karşı duyulan önyargıları görmezden gelmek mümkün değildir. Ancak her şeye rağmen bizim kuşağımızın bu şehre karşı çok acımasız davrandığını unutmamamız gerekiyor. Öncelikle yüz yılı aşkın bir süredir, geçmişte olduğu gibi evrensel boyutlu bir yapı yapmamış olmanın sıkıntısını çekiyoruz. Ayasofya, Süleymaniye, Sultanahmed camileri, Topkapı, Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları gibi evrensel yapı faaliyetimiz son bulmuş görünüyor. Tüm dünyada ses getirecek yapılar yerine, benzerlerini hemen her yerde gördüğümüz sıradan yapılar yapmakla öğünmemizin ise hiç bir anlamı ya da değeri yok.
Son dönemde yapılan pek çok yapının zaman içinde tasfiye olacağını söylemek bir kehanet sayılmamalı, çünkü insanlık tarihi bize bunun böyle olduğunu gösteriyor. Ülkemizde yaygın olarak bulunan ve insan yaşantısından soyutlanmış eski şehirler, ören yerleri birer ders olmalı. Eğer içinde yaşayanlar şehirlerine gereken önemi ve özeni göstermezler ise şehirlerde aynı insanlar gibi ömürlerini tamamlayıp yok oluyorlar. Ancak 1600’lü yıllarda bir süre İstanbul’da kalan Petrus Gyllius’un (Pierre Gilles) da söylediği gibi; “Diğer bütün şehirler ölümlüdür, ama bu şehir, sanırım insanlar var oldukça yaşayacaktır.”

Geçişler su altına alınmalı
Gelecekte bizim kuşağın yaptığı bazı hataları düzeltmek gerekir. Öncelikle ekonomik ömürlerini dolduran Ceylan Intercontinental, Harbiye Ordu Evi, Odakule, Tepebaşı Etap Oteli gibi Beyoğlu’nun kentsel dokusu içinde yer alan ve eski şehre siluet teşkil eden yapılar mevcut oluşumla uyumlu hale getirilerek, yükseltileri azaltılmalıdır. Bu arada Yavuz Selim köprüsünün devreye girmesi ile yalnızca şehir içi trafiğine hizmet verecek olan, bir yandan Beylerbeyi Sarayı, diğer taraftan Ortaköy Mecidiye Camii gibi Boğaziçi’nin en güzel anıtsal yapılarını gölgeleyen Boğaziçi Köprüsü ile Rumelihisarı’nın üzerine bütün ağırlığı ile çöken Fatih Sultan Mehmed Köprüsü iptal edilerek, Marmara geçişinden elde edilen deneyim ve teknoloji ile su altına alınmalıdır. Aynı düzenleme, bir dönem şehir içi ulaşımı sağlamak için yapılan Haliç Köprüleri (Karaköy ve Atatürk) için de düşünülmelidir. Ancak aciliyet Metro Geçişi Köprüsü ile Haliç E5 Yolu için yapılan, bir dönemde iki yan köprü ile tevsi edilen Karayolu Köprüsü için düşünülmelidir. Gelecekte yer altı yürüme yolları ile ulaşımı sağlanabilecek olan İstanbul Suriçi’nde araç trafiğinin en aza indirilmesini takiben bu köprülerin kaldırılarak yer yer su altı geçişlerinin sağlanması ve araç trafiğinin şehir çeperlerine aktarılması, İstanbul’un korunması ve geleceğe intikali için yapılması gereken düzenlemelerdir.
Son zamanlarda Suriçi’nin Yenibahçe Vadisi’nde, eski Vatan Caddesi, yeni Adnan Menderes Bulvarı üzerinde yapılan irice yapılar siluete etkin olmadıkları için muhafaza edilebilirler. Ancak bu bölgede yer alan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin sur dışına taşınması gerekmektedir. Aynı karmaşık yapılanma, şehrin Marmara görünüşünü kirleten Sosyal Güvenlik kurumu Samatya Hastanesi ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi içinde geçerlidir. Zaman içinde ihtiyaç doğdukça kendi bildiğine gelişen bu yapılanmalar şehir dışına taşınmalı, boşalan alanlar kent parkı olarak düzenlemelidir. Son zamanlarda yapılan Yenikapı dolgusu, Suriçi’nin binlerce yıllık yatay profiline yapılan bir saldırı olarak değerlendirilerek kaldırılmalı, denizin sığda olsa tekrar bu kıyı şeridine kadar ulaşması sağlanmalıdır. Yenikapı dolgusu, şehrin siluetine müdahale etmeye çekinenlerin bir anlamda kendilerini tatmin için şehrin topoğrafyasına müdahale etmesidir.

Kaçak yapılaşma önlenmeli
Suriçi’nin Eminönü bölgesi uzun bir süredir gece yaşantısına kapalıdır. Artık çok az aile bu bölgede yaşamaktadır. Bölge tam anlamıyla çöküntü alanı halindedir; sokakları Suriyelilerin yaşam alanı olmuştur. Geçmişin Küçükpazar, Süleymaniye, Vefa, Laleli, Sultanahmed, Gedikpaşa ve benzeri konut alanları bütünüyle işyerleri ile kaplanmış olup, Laleli nam salmış otelleri ile İstanbullunun gitmekten çekindiği bir semt haline gelmiştir. Bir türlü talebin önüne geçemeyen, talebi alternatif alanlarla dengeleyemeyen bürokrasi ve yerel yönetim sorumluları, bu semtlerin dejenere olmasının baş sorumlusudur. Sultanahmed bölgesindeki çarpık yapılaşmanın, giderek caminin kubbeleri ile yarışan kaçak yapılaşmanın ortadan kaldırılması ise yalnızca idarenin malik olduğu yetkileri kullanması ile çözümlenebilir.
Bin yılların şehrini dört bir yandan kuşatan gökdelenler konusu ise ayrı bir yazının konusu. On daireli bir apartmanda uzlaşı içinde yapılması gereken bakım ve onarım konusunda anlaşamayan insanlarımızın yüzlerce birimden oluşan bu yapılar için nasıl anlaşabilecekleri tam bir muamma.Çok uzun sürmeyecek, bir süre sonra bu yapılar bakımsızlık nedeniyle çevreyi tehdit eden, can ve mal emniyetine zarar veren çöküntü alanlarına dönüşeceklerdir. İki-üç yıl evvel NationalGeographic Dergisi’ninbir sayısına konu edildiği üzere bu yapıların ortaya çıktığı Amerika bile onlardan vazgeçmektedir ve önümüzdeki yüzyılda Manhattan’ın büyük bir bölümünün doğal yaşam alanı haline getirilmesinin, gökdelenlerin onarımından çok daha az maliyetli olduğu dile getirilmektedir.
Elbette tüm bu yeniden yapılanmayı, İstanbul’un yeniden düzenlenmesini görmeye ömrümüz yetmez. Ancak gelecek kuşaklar elimizde yeterli güç olmadığı için oluşumuna mani olamadığımız bu kötü görüntülere içimizin sindiğini sanmasınlar. Bizlerde şehrimiz için düşündük, onun bu yüzyılda da övünç duyulan bir kent olarak var olabilmesi için bir şeyler yapmak istedik. Maalesef bugünkü sonuç bizi de üzüyor; gelecekte sizler aklın öncülüğünde, şahsi beklentilerinizi geri planda tutup daha başarılı düzenlemeler yapabilirsiniz. Elbette işiniz kolay değil ama cesur ve kararlı olun. Hepinize kolay gelsin, şansınız bol olsun.

Haberin Devamı

email: dusunce@milliyet.com.tr