UMUT KOLDAŞ
Umut Koldaş 9 Ağustos 1974’te Elazığ’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimlerini İzmir’de tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. İlk Yüksek Lisans derecesini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı. İkinci yüksek lisansını London School of Economics and Political Science’ta Medya ve İletişim Bölümü’nde tamamladı. 1997-2005 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, 2006-2013 yılları arasında Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği İlişkileri Bölümlerinde akademisyen olarak çalıştı. Halen Yakın Doğu Üniversitesi Yakın Doğu Enstitüsü’nde müdürlük ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği görevlerini yürütmektedir.
Akademik ve siyasi çevrelerde İsrail’in Mavi Marmara Operasyonu sonrası gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerinin son dönemdeki gelişmeler sonrası yeni bir döneme girmekte olduğu değerlendirilmeye başlandı. İsrail tarafından özür dilenmesi ve operasyon mağdur ailelere ödenecek tazminat görüşmelerinde sona yaklaşılması kamuoyunda da yeni bir döneme girildiği izlenimi oluşturdu. Aslında bu değişim ilişkilerin doğasında değil daha çok söylemsel düzleminde ve uygulama üslubunda gerçekleşti.
1990’larda iki ülke ilişkilerini tanımlamak için kullanılan ‘stratejik ortaklık’ terimi aslında ilişkilerin gerçek niteliğini tanımlamaktan uzak bir terim olmasına rağmen söylemsel düzlemde başatlaşmıştı. Mavi Marmara krizi sonrasında da, ‘onurlu yalnız’, İsrail mağduru mağrur ve Ortadoğu’da İsrail’e kafa tutabilecek liderliğe sahip bir Müslüman ülke söylemi iki ülke ilişkilerinin doğasını betimlemedeki sınırlılığına rağmen ön plana çıkarıldı.
Fayda odaklı denge
Gerçekte Türkiye ve İsrail 1990’larda stratejik ortak olmamışlardı. O dönemde bir yeniden yapılanma süreci içine giren Ortadoğu’da ABD’yle işbirliği içinde etkin bir bölge gücü olmak isteyen Türkiye konumlanışsal avantajını arttırmak için yeni arayışlara girmişti. Bu çerçevede ABD’nin stratejik ortağı olan İsrail’le ilişkilerini yoğunlaştırarak farklı bir boyuta taşımıştı. Başta askeri alanda olmak üzere birçok alanda geliştirilen ikili işbirlikleri Türkiye’nin bölge halklarının gözünde ve uluslararası kamuoyunda İsrail-ABD stratejik ortaklığının bir paydaşı olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu bağlamda Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin en önemli ikilemlerinden biri Ortadoğu’da Müslüman sokağın desteğini kazanmayı hedefleyen bir ‘lider bölge gücü’ ve ‘toplum modeli’ olma ülküsünü İsrail’le var olan fayda odaklı işbirliğiyle dengelemek olmuştur.
Kontrollü soğukluk
Hükümetin bu ikilemi aşmak için attığı adımları birbiriyle belli noktalarda örtüşebilen iki bağlamda değerlendirmek mümkündür. Değer odaklı bir yaklaşımla irdelendiğinde söz konusu adımları Erdoğan’ın ve partisinin ideolojik duruşunun, siyasi içtenliğinin ve eylemsel tutarlılık arayışının dış politikadaki yansıması olarak değerlendirmek mümkündür. Çıkar odaklı bir bakış açısından bakıldığında ise bu tavır ve üslup değişiklikleri Erdoğan hükümetinin Ortadoğu’daki ve dünyadaki Müslüman toplumların ve özellikle de madunların gözündeki konumlanışsal öndeliğini arttırmak için attığı öz-fayda yönelimli girişimler olarak tanımlanabilir.
Mavi Marmara krizi ve sonrasında gelişen olaylar iktidar partisinin bu algısal ikilemi aşmasında önemli bir rol oynamıştır. Ancak ilişkilerin doğasında yapısal bir çözülme ve bozulma yaşanmamıştır. Nitekim, bu kriz aslında bir stratejik ortaklığın sonu olmamıştır. Çünkü iki ülke arasında böyle bir stratejik ortaklık hiçbir dönemde inşa edilmemiştir. Bir başka deyişle İsrail-Türkiye ilişkileri, ikili ilişkilerin hiçbir evresinde ABDİsrail ilişkilerindeki gibi çıkar ve değer ortaklığı bağlamında sistemli bir özdeşlik, eşgüdüm ve paydaşlığa dönüşmemiştir. Bununla birlikte iki ülke arasında sınırları belirli çıkar odaklı karşılıklı anlayışa dayalı bir ortaklıktan bahsetmek mümkündür. Bu ortaklık Mavi Marmara kriziyle özellikle askeri işbirliği gibi belirli alanlarda ikili ilişkilerin doğasında yapıbozumsal bir dönüşüme yol açmayacak bir şekilde dondurulmuştur.
T.C. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye-İsrail ilişkilerine yönelik son açıklamaları iki ülke arasındaki ilişkilerde dondurulmuş ortaklıktan ‘kontrollü soğukluğa’ geçişin işareti olarak nitelendirilebilir. Bu açıklamaların uygulamada Ortadoğu’daki sürdürülebilirliği eleştiri konusu olan ‘onurlu yalnızlık’tan amaç odaklı taktiksel işbirliklerine dönüşü ifade edip etmediği bundan sonraki adımlarla daha da netlik kazanacaktır.
Sistem içi düzenleme
Bu anlamda hem Mavi Marmara krizi sonrasında hem de özür ve tazminat görüşmelerini takip eden süreçte Türk dış politikasında gözlemlenen söylemsel ve tavırsal değişiklikler İsrail’le olan ilişkilerin yapısındaki bir dönüşüme değil, Türkiye’nin bölgedeki yeni gelişmeler ışığında yeniden belirlenmekte olan dış politika öncelikleri doğrultusunda sistem içi bir düzenlemeye işaret etmektedirler. Bu bağlamda aslında bazı siyasi ve akademik çevrelerce Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönem olarak yorumlanan bu süreç, Mavi Marmara olayı da dahil olmak üzere birçok kriz ya da suni kriz sırasında yapısal anlamda bozuma uğramamış ikili ilişkiler ağının Türkiye’nin Ortadoğu’da Müslüman toplumları nezdindeki imajına ve iktidar partisinin ideolojik konumlanışsal tutarlılığına zarar vermeden fayda odaklı işbirliği boyutuna taşınmaya çalışıldığı bir süreçtir.
Stratejik işbirliği
Bu doğrultuda yakın gelecekte Türkiye-İsrail ilişkileri çerçevesinde bir taraftan Akdeniz’de enerji, Suriye’de güvenlik, Filistin’de yatırım alanlarında ikili işbirliklerinin örneklerine tanık olunacaktır. Diğer taraftan ise bunlarla çelişkili gibi görünmesine rağmen Akdeniz’de İsrail ile Güney Kıbrıs askeri-ekonomik yakınlaşmasını ve uluslararası ortamda İsrail ve politikalarına karşı Türkiye-Hamas siyasi dayanışma örneklerine rastlamak da mümkün olacaktır. Bu anlamda önümüzdeki dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerininin niteliğini belirleyecek olan temel ilkelerin ‘stratejik ortaklık’tan ziyade ‘stratejik işbirliği’ yaklaşımı çerçevesinde inşa edilip hayata geçirileceği öngörülebilir.