Bilgay Duman / bilgay.duman@gmail.com
Sadr Hareketi parlamento siyasetinden çekilmesinin ardından siyaseti sokak üzerinden kanalize etmeye çalıştı. Ancak bu kanal ile de Sadr tarafından istediği çoğunluk hükümetinin kurulmasının engellenmesi ülkedeki gerilimi arttırdığı gibi birçok bilinmezi gün yüzüne çıkardı. Zira Sadr’ın da taklit merci olan Ayetullah Kazım el-Hairi’nin mercilikten ayrıldığını açıklaması, parlamento siyasetinden çekilen Sadr’ın dini açıdan ‘içinin boşaltılmasına’ yönelik bir çaba olarak okunabilir. Zira Hairi’nin açıklamasında takipçilerinden Ayetullah Ali Hamaney’i takip etmelerini istemesi Irak ve İran Şiiliği arasındaki mücadeleyi de başka bir boyuta getirdi. Şii mezhebinin iki dini merkezi olan Necef (Irak) ve Kum (İran) havzaları arasında üstü kapalı bir mücadele olduğu gerçek.
Nitekim Hairi’nin açıklaması üzerine Mukteda Sadr, “Sadr liderliği Allah’ın bir vergisi ve Baba’nın (Muhammed Bakır Sadr) bir bereketidir” diyerek aileden gelen ‘meşru liderliği’ sürdürdüğünü ifade ederek meydan okudu. Diğer yandan Sadr, destekçilerini konsolide edebilmek için Hairi’nin istifasının ‘kendi iradesi’ dışında gerçekleştiğini de iddia ederek, bu meydan okumanın seviyesini de yükseltti. Buna rağmen Sadr, bununla tezat oluşturabilecek şekilde Muhammed Bakr Sadr mezarı, Müze ve Sadr Ailesi Kültür Heyeti hariç diğer tüm kurumların kapatıldığını açıklayarak da tamamen siyasetten çekildiğini açıkladı. Ancak bu çekilmeyle Sadr’ın sokağa angaje edeceğini görmek çok da zor değildi. Nitekim bu açıklamaların ardından Sadr taraftarları ağır silahlar da dahil olmak üzere başta Bağdat olmak üzere Irak’ın güneyindeki Şiilerin yoğun olarak yaşadığı vilayetleri adeta savaş alanına çevirdi.
Sadr ve Şii Koordinasyon Çerçevesi arasındaki gerilim kontrolden çıkar bir pozisyona geldi. Bu durum neredeyse devleti de işlemez hale getirdi ve devlet sisteminin çöküşüne bile neden olabilecek hamleleri doğurdu. Nitekim önce parlamento baskını gerçekleştiren Sadr taraftarları parlamentonun çalışmalarını durdurdu ve böylece yasama erki çalışmaz hale geldi. Ardından Irak Yüksek Yargı Kurumu’na müdahalede bulunarak yargı da işlevsizleştirildi. Son olarak da Sadr taraftarlarının Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na girdiği görüntüler yürütme erkinin işlerliğini de vurmaya yönelik bir hamle oldu. Bütün gerilimin Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin 30 Ağustos tarihinde yapılması beklenen parlamentonun feshi başvurusu oturumu öncesi olması ayrıca dikkate değer.
Mevcut durum itibariyle bir devleti ayakta tutan yasama, yargı ve yürütme erkleri çalışamaz durumda. Devletin sivil kısmının bu şekilde çalışamaz hale gelmiş olması ise silahlı kanadın güç kazanmasına yol açabilir. Irak resmi güvenlik güçleri de mevcut durum itibariyle Sadr taraftarları ve milis güçler arasındaki çatışmayı bastırmak için güçlü adımlar atamıyor. Tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen göstericileri engellemek mümkün olmadı. Hatta artık Sadr’ın bile kendi grubunu kontrol etmekte zorlandığı söyleniyor. Nitekim Sadr silahlar susana kadar açlık grevine başladığını ilan etse de çatışmalar durmuş değil. Sadr bu adımla sorumluluğu da üzerinden atmaya çalışıyor.
Mevcut durum itibariyle Bağdat’ın belli bölgelerinde çatışma yaşanıyor. Bu çatışmanın Bağdat’ın geneline ve hatta Irak’ın tamamını sirayet edecek bir çatışma dinamiğini ortaya çıkması işten bile değil. Şimdilik geniş çaplı bir iç savaş olmasa da sürecin buraya doğru gittiğini gösteren emareler var. Gerilim Bağdat özelinde ‘çözümsüz’ bir hale gelmesi tarafları diğer vilayetlerde de faaliyette bulunmaya itmesi söz konusu olabilir. Bu durumda Şii nüfusun yoğun yaşadığı güney vilayetler odağa alınmalı. Hatta Divaniye, Vasit ve Babil’de valilik binalarının önünde gösterilerin başlaması bunu gösteriyor. Ayrıca Irak’ın ekonomik gücünü sağlayan Basra’da da çatışmalar yaşanıyor. Dolayısıyla Bağdat’ta tarafların istediğini ele alamaması diğer vilayetleri de çatışma alanına çevirebilir. Örneğin Bağdat’a sınırı bulunan Diyala’ya gösterilerin sıçraması, halihazırda terör örgütü DAEŞ hücrelerinin en yoğun olduğu bu bölgede çok sayıda güvenlik tehdidini de beraberinde getirebilecek nitelikte. 27 Ağustos’ta Diyala’da gerçekleştirilen DAEŞ saldırısında Irak Ordusundan 5 asker hayatını kaybetmişti. Dolayısıyla Bağdat’taki Yeşil Bölge merkezli başlayan gösterilerin, DAEŞ’in hücre yapılanmaları ile halen güçlü olduğu Diyala ve Selahattin gibi vilayetlere sıçraması, Irak’ı yeni bir terör sarmalı içerisine sokma tehlikesini de barındırıyor. Ayrıca Bağdat’taki dengenin bir grup lehine çevrilebilmesi için diğer vilayetlerden destekçi taşınması gündeme gelebilir.
Diğer yandan gerilimin merkezi konumunda yer alan Yeşil Bölge’deki diplomatik misyonlarda hareketlilik görülüyor. BM misyonu temkinli bir pozisyon belirlemesine rağmen ABD Büyükelçiliği’ne helikopter iniş-çıkışı olduğu söyleniyor. Buna ek olarak bazı Körfez ülkelerinin geçtiğimiz günlerde Yeşil Bölge’den çekildiği söyleniyor. Bu durum Irak’ın uluslararası alandaki egemenliğine ve güvenirliğine de ciddi zarar veriyor. Nitekim Irak güvenlik güçlerinin çatışmaları durdurması mümkün olmazsa Irak’a yeni bir uluslararası müdahale olabileceğine yönelik konuşmalar da yapılıyor. Bu durum Sadr’ın kontrollü kaos stratejisinin işe yaramadığının göstergesi. Hatta yeni bir 2003 senaryosu konuşuluyor. Ancak o dönemde tek hedef Saddam Hüseyin’di. Ancak şimdi Iraklıların deyimiyle “1000 Saddam” var ve bunları kontrol etmek hiç de kolay olmaz. Bu durum Irak’ı bölünmeye kadar götürebilecek sonuçlar ortaya çıkarabilir.