Bülent Akarcalı
Sanayileşmeyi başardık, Dış Ticareti öğrendik ama son elli yılda yaşadığımız onca mali krize rağmen hala finansı öğrenemedik.
Ekonomiyi vücudumuza benzetirsek, sanayi iskeleti, ticaret kasları, iletişim sinirleri, finans da tüm bunları besleyen kana benzer. Kan azalınca ya da sorun yaşayınca tüm vücudu etkiler.
TL’nin meşakkatli yolculuğu
Finans becerimizin eksikliği paramızın sürekli değer kaybıyla sonuçlanıyor. Ekonomimiz sürekli kan kaybeden bir vücut gibi zayıflıyor.
1923’te 1.9 olan dolar kuru ufak tefek iniş ve çıkışlarla 1946’ya kadar istikrarını koruyor. 1946’da 2. Dünya Savaşı’nın sert şartları nedeniyle 2.80’e, 1958’de dış borçlar ve dış ticaret açığı sonucu 9.02 TL’ye yükseliyor.
1974’de petrol fiyatlarında dört kat artış ve Kıbrıs Barış harekâtı sonrası uygulanan ambargo ve yaptırımlarla 15 TL’ye, 1980’de petrol fiyatların iki misli artması zaten kırılgan olan ekonomimizi düzenleme amaçlı alınan 24 Ocak kararları denilen yeni ekonomik modelle TL % 48 devalüasyona uğrayarak dolar 75 TL’ye işlem görmeye başlıyor.
Takip eden yıllarda, % 60’lara varan enflasyonla 1990’a 2.600 TL ile giriyor.
Irak’ın Kuveyt’i işgal ederek sebep olduğu ve ABD’nin öncülüğünde Birleşmiş Milletler’in başlattığı 1. Körfez Savaşı’yla 1991’de 4.200’e çıkıyor.
1994’de, faiz oranlarını düşürmek isteyen hükümet piyasaya yüksek miktarda para sürüyor. Ancak para bolluğu faizi düşürmeye değil dövize hücuma yol açınca dolar kısa sürede 8.000 TL’den 42.000 TL’ye zıplıyor!
Yüzde 400 faizli bonolar dahi dolara olan talebi kısamıyor.
Zirve ve pes etme
2001’de 1994 sonrasının en büyük değer kaybını yaşıyor. 2001 başlarında kendini hissettiren kriz Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitabını fırlatmasıyla ateşlenince TL bir günde % 53 değer kaybediyor.
Bu sorumsuz hareketin sonucuyla dolar milyon TL sınırını aşıp 1.300.000 TL’ye ulaşır. Çaresiz TL ruhunu ve bedenini, kayıtsız şartsız IMF temsilcisi Kemal Derviş’e teslim eder ve 2002’de 1500000’de duraklar!
31 Aralık 2005’de 1.000.000 TL = 1 yeni TL olarak açıklanır. Dolarda 1.34 TL ilan edilince 40 yılın yorgunluğunu atıp nefes alacak ve kendine gelecek gücü bulur.
Uzun süre istikrarlı giden hatta dolara karşı değer kazandığı dönemler geçiren TL, bu kez mali değil siyasi nedenlerle, tutuklu rahip Brunson krizine yenik düşer. Ağustos 2018’de bir günde % 32 değer kaybederek 5 TL’den 7.3 ‘e çıkar. 2021 Ekim’ine kadar, daha da düşmemek için 8 TL civarında tutunmaya gayret eden liramız yorulur, kollarını bırakır ve serbest düşüşe geçer. Bu satırları yazarken 12’nin üstünde seyrediyordu.
Varlık için de yokluk
Deneyimli bir ekonomist olan Mahfi Eğilmez Bilgi Üniversitesinde yapılan bir toplantıda “Türkiye’nin batmasının toplamı 500 milyar dolara varan yastık altı varlıklardır” demiş. Doğrudur yıllardır ben de aynı gerçeği savunurum. Geçenlerde bir TV programında iş ve ekonomi dünyasının kıdemli bilge kişisi Ege Cansen de benzer durumu anlatıyordu.
Vatandaşımızın bankalarda, evinde tümü yasal yolla satın alınmış, tasarruf amaçlı 200 milyar dolara yakın dövizi ve 300 milyar dolara yakın da altını bulunmaktadır. Bu dolarlar ve altınlar vatandaşın cebinden ödediği paralarla satın alınmıştır. Ama bu varlık atıl bir şekilde durdukça ve ekonomiye katkı sağlamadıkça, doları satan ABD ile altını satan ülkelerden başkasını zengin etmiyor.
Bir yanda milli gelirimizin toplamına yaklaşan miktarda bir nakit zenginliğimiz var ama öte yandan da bu zenginlik ekonomiye, hisse senedi tahvil alımı gibi yollarla yönlendirilemediği için, sürekli gereksiz sıkıntılar yaşamaktayız.
Bir sonra ki yazımda bu yönde bazı öneriler sunmaya çalışacağım.