Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şükrü M. Elekdağ

29 Eylül 1924’te İstanbul’da doğdu. İktisat doktoru, diplomat ve büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi’nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı’nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında “Stratejik Bakış” adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.

Haberin Devamı

Bence, Başbakan Erdoğan tarafından “Ermeni sorunu” hakkında 23 Nisan’da yapılan açıklama akılcı, insani, barışçı ve uzlaşıcı bir yaklaşımı içeriyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin gerçeklerden kaçmadığını ve tarihiyle yüzleşmekten korkmadığını ortaya koyuyor. Açıklamadaki “Ö 20. Yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyetlerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.” ifadeleri, ne Ermeni tarafının iddialarını tanıma yolunda bir adım veya bir taviz olarak yorumlanmalı, ne de tek taraflı bir özür dileme olarak anlaşılmalıdır.
Açıklamanın işlevsel yönü, taraflar arasında gerçekleştirilmesi özlenen barış ve uzlaşmanın şartlarının sarahaten belirtilmiş olmasıdır. Bunlar da, 1915 olaylarına ilişkin gerçeklerin bilimsel bir çalışmayla gün ışığına çıkarılması için tarafların bir ortak tarih komisyonu kurmaları ve elde edecekleri bulguları hukuksal açıdan değerlendirmeleridir. Perinçek davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), “Ermeni soykırımı iddiası konusunda fikir birliği yoktur, konu tartışmalıdır” yolundaki kararı, Ankara’nın Erivan’a yönelik bu barış girişimini hayli güçlü bir pozisyondan yapmasına imkân vermiştir.

2005 deklarasyonu
Başbakan’ın 1915 döneminin koşullarında ölen ve büyük acılar çeken Ermeni ve diğer Osmanlı vatandaşları için üzüntü beyan etmesi de açıklamanın diğer çarpıcı yönüdür. Açıklamaya hakim olan insani ve vicdani bakışa gelince, TBMM’nin 13 Nisan 2005’te oybirliğiyle kabul ettiği deklarasyon da aynı yaklaşımı benimsemişti. Bu belge ile TBMM Ermenistan’a barış elini uzatmış ve kurulmasını önerdiği ortak tarih komisyonunu şu gerekçelere dayandırmıştı:
“TBMM gerek Türkiye’nin gerek Ermenistan’ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna inanmaktadır. İktidar ve ana muhalefet partileri, bu amaca yönelik olarak, tarihi gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yapmışlardır. Bu öneri Türkiye ile Ermenistan’ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında saptanmasını öngörmektedir. Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan Hükümeti’nin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan’ın tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras, önyargı, düşmanlık ve intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır. Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan’ın ortak bir girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önlemenin yolu budur.”

Diyasporanın tutumu
Türkiye’nin Ortak Tarih Komisyonu (OTK) önerisiyle ortaya koyduğu cesur ve barışçı irade uluslararası alanda olumlu bir izlenim yarattı. Bu olumlu değerlendirmeler arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu’nda 97 parlamenterin ortak açıklamasını, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Parlamenter Asamblesi’nin destekleyici kararını ve Federal Almanya Başbakanı Schröder ile ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin OTK kurulmasının Türk ve Ermeni halklar arasında uzlaşıya katkıda bulunacağı yolundaki beyanlarını zikredebiliriz.
Soykırımın gerçekliğini sorgulayacağı görüşüyle diyaspora Türkiye’nin OTK önerisine var gücüyle itiraz etmiştir. Bu nedenle, 10 Ekim 2009’da Zürih’te Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları tarafından imzalanan İkiz Protokollerin müzakeresinde karşılaşılan sorunların odak noktasını Türkiye’nin ısrarla önerdiği OTK kurulmasını öngören madde oluşturmuştur. Bilahare, aynı madde protokollerin onay sürecinin tıkanmasında da önemli bir rol oynamıştır. Zira, bu maddeye şiddetle karşı çıkan diyaspora ile militan milliyetçiler, “Ermeni soykırımının tarihsel olarak kanıtlanmış bir gerçek olduğunu ve müzakereye açık olmadığını” ileri sürmüşlerdir.

AİHM: Soykırım iddiası tartışmalı
Bu izahatımız ışığında, “bugüne kadar soykırım suçunu Türkiye’ye kabul ettirmek için fanatik bir dürtü ve husumet ile hareket eden Ermeni tarafına OTK önerisinde bulunmaktan bir sonuç alınabileceği umudunu yaratan ne gibi bir gelişme oldu?” sorusu akla gelebilir.
Bu gelişme, yukarda temas ettiğimiz AİHM kararıdır. İsviçre mahkemeleri, Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımının bir yalan olduğu yolundaki beyanları nedeniyle mahkûm ederken, “1915 olaylarının hukuken soykırım olarak nitelenmesi hususunda uluslararası bir fikir birliği (consensus) olduğu görüşüne dayanmışlardır. Oysa, AİHM 17 Aralık 2013 tarihli kararıyla bu görüşü reddederek, Ermeni soykırım iddiasının tartışmalı olduğunu ve üzerinde fikir birliği bulunmadığını vurgulamıştır.

Temyiz başvurusu
İsviçre, her ne kadar bu kararın yeniden görüşülmek üzere Yüksek Daire’ye havale edilmesini talep etmişse de, hiçbir yeni bulgu ve argüman içermeyen temyiz başvurusu gayet zayıftır. Ayrıca, söz konusu kararın dayandığı, (1) dünyadaki 190 ülkeden sadece 20’sinin Ermeni soykırımını tanıdığı, İsviçre siyasi organları arasında dahi bu konuda değişik görüşler bulunduğu; (2) uluslararası hukuka ve mahkeme içtihatlarına göre suçun soykırım olarak tanımlanabilmesi için kanıtlanması zor bir kavram olan özel kasıtla işlendiğinin yetkili bir mahkeme tarafından saptanması gerektiği, oysa Ermeni iddiasının böyle bir karara dayanmadığı; (3) Ermeni soykırım iddiasının, uluslararası bir mahkeme tarafından kesin kanıtlarla hükme bağlanmış olan Yahudi Holokost’u gibi tarihsel bir gerçek olarak kabul edilemeyeceği, yolundaki argümanların Yüksek Daire tarafından çürütülebileceğini düşünmek zordur. Her halükârda, ortaya çıkan yeni şartlar, diyaspora ve Ermenistan açısından Türkiye’nin OTK önerisine daha realist bir gözle bakmalarını gerektirecek niteliktedir.

Gül’ün OTK önerime desteği
OTK kurulmasını öngören önerimi CHP Genel Başkanı Sayın Baykal’ın onayıyla 2004 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül’e sunmuştum. Sayın Gül, Türkiye’nin eline, Ermeni tarafının sürdürdüğü karalama kampanyasına karşı kullanılacak etkin bir koz vereceği düşüncesiyle önerimi benimsedi ve Başbakan Erdoğan’ın da mutabakatını sağladı. Bunu takiben Sayın Başbakan ile Sayın Baykal 8 Mart 2005 tarihinde bir araya gelerek bu projeyi açıkladılar. TBMM de, 13 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle kabul etti ve tarafımdan hazırlanan bir ortak deklarasyonla bu öneriye destek verdi.
Ermenistan, Başbakan Erdoğan’ın Türk-Ermeni ilişkilerini 99 yıl önce takıldığı yerden kurtarmak için yaptığı bu inisiyatifi olumlu bir yaklaşımla değerlendirmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, Ermenilerin sürekli mağduriyet ve hakları yenilmişlik, Türklerin ise dünya çapında bir haksızlık ve iftiraya uğramışlık hislerinden kurtarılması mümkün olmayacaktır. Bu koşullarda da iki ulus arasında uzlaşma ve barışın gerçekleşmesi bir hayal olur. Bu bakımdan, akıl ve sağduyuya dayalı çağdaş bir yaklaşım, Türk ve Ermeni uluslarının yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini gün ışığına çıkarmak suretiyle tarihleriyle yüzleşmelerinden ve bunun sonuçlarını kabullenmelerinden geçiyor. Barışın bu travmadan doğması kaçınılmaz.