Ruhat Sena Akşener / Uluslararası Af Örgütü Savunuculuk Direktörü
“Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; bir erişkin üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk tırmanabilirdi. Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.” -Ursula K. Le Guin Mülksüzler
Her gün bir kadın cinayeti, şiddet haberi okuduğunuz, hiç ara vermeden senelerdir buna maruz kaldığınız, bazen çaresizlik hissiyle, müthiş bir umutsuzlukla dolduğunuz ama mutlaka öfkelendiğiniz bir ülke düşünün. Her gün ama her gün… Burası Türkiye.
“Kadın baş tacıdır”, “Kadınlar çiçektir”lerle yalan yanlış bir kadınlık algısı kurmaya çalışarak, kadınlara yönelik cezasız kalan korkunç şiddetten, gizlice ya da kimi kez pervasızca, alenen failleri cesaretlendiren, koruyan, kollayan ve lakin her şeye rağmen bununla her gün mücadele eden, asla yılmayan, güçlü bir kadın hareketine sahip bir ülke düşünün. Evet, burası da Türkiye.
Bu ülke, küresel anlamda en büyük insan hakları krizlerinden biri olan kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın uluslararası düzeyde en etkili sözleşmelerinden birinin hazırlanıp, imzalanmasına ev sahipliği yapmış, sözleşmeyi ilk onaylayan ülke. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve mücadeleye ilişkin devletlerin yükümlülüklerini belirleyen, atması gereken adımları ortaya koyan en önemli çerçeve metin. Sözleşme, doğrudan kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi.
İstanbul Sözleşmesi kapsayıcılığı, derinliği ile kadına şiddeti öncelikli olarak önlemek, önleyemediği durumların devamında etkin koruma sağlamak konularında devletler için son derece etkili bir enstrüman. Şimdiye kadar hiçbir devlet bu sözleşmeden çekilmedi.
Yaşam esastır. Yaşatmak da devletin asli görevi. Peki, bu kadar önemli bir enstrüman eldeyken, Türkiye’de kadına yönelik şiddet artık tahammül edilmez boyuta gelmişken, bir sabah uyanıp sözleşmeden çekilmenin konuşulmasını ne ile açıklayabiliriz?
Sözleşme’nin ana uygulayıcısı kamu idaresinin kadın cinayetlerini fiil gerçekleştirildikten sonra kınaması ya da kamuoyu tepkisinin kısa sürede yatıştırılması amacıyla niyet beyanı kabul edilebilir değil. Sözleşme, yetkiyi elinde bulunduranlara etkili şekilde şiddeti engelleme fırsatı sunuyor. Kadına yönelik şiddet, ayrımcılık ve bu cinayetler yaşanmadan önlenebilirdir, yeter ki etkili planlama ile harekete geçilsin. Bunu yapma gücü her türlü aracıyla devletin elinde var. Bu bir tercihtir ve politiktir; nereden bakıldığıyla net biçimde ilgili bir tercih. Devletin kadına yönelik şiddetin önlenmesi için harekete geçeceğine dair somut göstergelerine ihtiyacımız var. Bu ay açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı’nda İstanbul Sözleşmesi’nin adı dahi geçmiyor, kadınların katledilmeyeceğine, artık öldürülmeyeceğimize, yaşayabileceğimize dair devlet tarafında daha inandırıcı pratikler gerekiyor bize.
Sözleşme içeriği itibarıyla, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve toplumsal ilişkilerdeki mevcut duruma dayalı şiddetin doğrudan yöneldiği kadının durumuna dikkat çeken maddeler içeriyor, kadını korumak için uygulanacak politikaları belirliyor. Temel görevi kadının yaşam hakkının korunması, en hayati tarafı bu zaten, şiddeti önleme sözleşmenin öncelikli vurgusu.
Sözleşmede, cinsiyet rolleri ekseninde şekillenmiş düşünce kalıplarının, kültür, töre, din, gelenek ve “sözde namus” gibi kavramların yaygın şiddet hâline gerekçe olmasının önüne geçilmesi ve önleyici tedbirlerin alınması, taraf devletin yükümlülüğü altında. Önleyici tedbirlere referans noktasında da esasen insan hak ve özgürlüklerinin temel alınması var (Madde 12). Bu doğrultuda kadınları toplumsal yapıda dezavantajlı duruma getiren her türlü düşünce, kültür ve politik uygulamaların sonlandırılmasını ve bu yönde harekete geçilmesini öneriliyor.
Kadına yönelik şiddetin cezalandırılması, cezasızlığın bu alanda bitirilmesi elbette ileride yaşanacak olası erkek cinayetlerini önlemek için en önemli noktalardan. Ancak şüphesiz, esas olan yaşatmak ve yaşamdır, bu cinayetleri yaşanmadan önlemektir. Bunun için de bütün uygulayıcıların ve karar alıcıların bu bakış açısıyla hareket etmesi, gerekli tüm mekanizmaların bu doğrultuda yeniden planlanması, kısacası devletin görevini yerine getirmesi ve kadınları koruması şart. Kadın cinayetlerinde, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesinde, kadınlar katledilmeden, şiddete uğramadan, bütün o yaşamları alt üst eden fiiller henüz işlenmeden önce engellenebilmesi sözleşme ile mümkün. Devletin, karar alıcı ve uygulayıcıların ve bizlerin de gayet farkında olduğumuz üzere, İstanbul Sözleşmesi bunun için var.
Her gün daha karanlık bir ülkeye, yeni bir kadın cinayetine, şiddete uyanmak istemiyoruz. Bunun ilk adımı İstanbul Sözleşmesi ‘nin etkili, sözleşme ışığında hazırlanan 6284 sayılı kanunun insan hakları perspektifini esas alarak uygulanması. Bunu yapacak olan da tüm yapıları ve kaynaklarıyla bu ülkenin en önemli insan hakları sorunlarından birini çözebilecek güce sahip olan kamu idaresidir, elbette isteniyorsa.
Ruhat Sena Akşener / Uluslararası Af Örgütü Savunuculuk Direktörü
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024